24.12.2009

Yerel Takımınızı Destekleyin

Bu özünde bir mübadele  hikayesdir. Tarkovski alınmasın ama bu seferki göndermem Theo Angelopoulos'un Ağlayan Çayırı'na.

Dönem 70'ler, herşey uçuk kaçık... Büyük büyük dedemler, amcamlar anglosakson kökenlidir. Büyük büyük amcamın bi' tanesi Sunderland tribününü kovalıyor o zamanlar.  Hafiften FIRM olaylarına girmiş . Beni o amcama benzetirler. Amcamın o dönemden pub arkadaşları anlatırlar, amcam tribünde çok güzel ' Who is manchester? manchester i fuck your sister' çektirirmiş.

Bu esnada diğer amcam Galler'de kıraathane işletiyor.  Dedemler de oturup hergün hükümet kurup kral deviriyorlarmış. Türk işte.

70'ler dedik ama dönemin atmosferini anlatmamak olmaz. İngilitere 'demir leydi' Margaret Thatcher'in ellerinde. Margaret holiganların, punkların, skinheadlerin, pakilerin afedersiniz bi tarafından şırıngayla kan alıyor resmen. Yine afedersiniz alt kültür falan ne varsa anasını ağlatıyor. Devir, Tathacher'ın ellerinde İngiliz lümpenlerinin devri. Amcam sonra bakıyor holigan dalgasından artık çorba parası çıkmayacak, Türkiye'ye kapağı atmak gerek diyor. Dedemlerde kabul ediyorlar. Hem dönünce torunları İmam Hatip'e falan yazdırırız diyorlar.

O günlerde Didim'i, kızıl suratlı veteran emekli İngiliz morukları ve onların; memişleri sarkmış, selülitleri artık balina gibi olmuş kokoş karıları istila etmiş. O zamanın belediye başkanı da ulusalcı bi' tip. 'Vay efendim Türk beldesinde İngilizce fatura olmaz' diyor. Hani, 'abi Didim'de İngilizlere ingilizce fatura gidiyormuş' muhabbeti var ya, o işte..Neyse İngilizler de buna bozuk atıyorlar.
İşte dedemlerin mübadele olayının temelleri böyle atılıyor. Yunanistan, Bulgaristan mübadelelerini biliyorsunuz ama bu İngiliz mübadelesinden haberiniz yoktur muhtemelen...


7 Yılın Hikayesi

The Cranberries üyelerinin 7 yıl sonra bir arada çekilmiş ilk resimleri... Dolores'in oğlunun vaftiz töreninden..
Dolores hala rüküş, toplasan bi 30-35kg çeker, son 7 yılını Somali'de geçirmiş gibi. Yedikleri içtikleri onlara ama 7 yılda müzik adına bişey yok.

8.12.2009

Miguel


12-13'lü yaşlarımın yatılı okul günleri... Her akşam zorulu ders etüdlerinin ardından 45 dakikalık kitap okuma saati olurdu. O yaşlardaki çocuklar için yapılabilecek en güzel ebebeyn uygulamalarından birisidir herlade bu. Çoğu dünya klasiğini kötü tercümelerinden de o kitap okuma saatlerinde okudum. Kafayı yiyecek derecede Jules Verne kitaplarına düşkündüm mesela. Kafayı sıyırtacak kadar renkli dünya sunuyordu çünkü Jules Verne . O yaşların doğası gereği sadece kız kolejindeki kızları hayal etmenin yanında hayal dünyamız için güzel bir çeşitlilikti.

Yıllar geçip gitti, klasikleri  sağlam çevirilerinden okumak gerekti.Yapı Kredi Yayınları'nın, Cervantes'in La Manchalı Asilzade Don Quijote'si, yani romanların atasının orjinalinden birebir çevirisi var. Özel basım kitapta Cervantes'in o yıllarda (1605) kitap için yazdığı önsöz, kilisenin tasdiki gibi güzel detaylar var (kilise tasdiki lazım tabi, hala engizisyon var, öperler yoksa adamı). İki cilt , 900 sayfa civarında...Tribünden sahaya atsan garanti 4 maç sahan kapanır ..En son Don Quijote'yi orta 1'deyken Timaş yayınlarından okumuştum. Kitapta Don Quijo'teyle Sancho Panza'nın cemaatle namaz kılmadığı kalmıştı bi..

Bunları niye yazıyorum? Üniversite son sınıfa gelmiş, 'bugüne dek 1 kitap okudum' diye böbürlenenmenin olağan sayıldığı memleket şartlarına tahammül edebilme kapasitem zorlandığı için.

30.11.2009

Ahmet Uluçay


Bazılarının erkenden  gideceklerini bilirsin, seni hiç yanıltmaz giderler.Yönetmen Ahmet Uluçay bugün vefat etti. Herkes yaşar ama herkes sahici yaşar mı? Sahici yaşam titri bu adamın üzerinde afili duruyordu. Karpuz kabuğundan gemi yapmak bi metafordu ama karpuz kabuğundan transatlantik yaptı nerdeyse Uluçay.

Üniversite günlerinde 3 arkadaş filmini izlemek için sinemaya gitmiş, 4.yü tamamlayamadığımız için salonu açtıramamıştık. Öğrenci halimizle 4.nün parasını ödeyip salonu açtırma pratikliği de gelmemişti aklımıza. Film gösterimden kalktı, sonradan hep dert oldu bu bende. 4 sinema biletiyle Uluçay'ı finanse edebilme derdi değil, yahu adam hasta haliyle köyde film çekiyor , işte bi şekilde saygı gösterme meselesiydi, olmadı. Tamam Kurtlar Vadisi Gladio'ya gidin izleyin ama film yapmak için evini satan Reha Erdem'in Kosmos'una da gidin. Saygı meselesi çünkü.

21.11.2009

Açık Hava Fanzini



Alfread J. Sirleaf adlı Liberya'nın kadim punklarından(!) bir arkadaş... 2006'dan beri Daily Talk adında günlük gazete yayınlıyor. Ben amatör ruha atfen fanzin demeyi yeğliyorum. Daily Talk'u standart fanzin ebatı A5 kağıtlarda değil Liberya şartlarına uygun olarak şehir merkezinde bir karatahtada yayınlıyor Sirleaf. Hergün düzenli olarak gelip yazıyor. Öneri kutusu falan koymuş, interaktif çalışıyor yani. Okuması da beleş.

Sirleaf'ın derdi iç savaş sonrası milleti biliçlendirmek. Bunu 'genç subaylar tedirgin' yada 'tehlikenin farkında mısınız' türünde hödük manşetlerle yapmıyor ama. İnternet gazeteciliği yapıyorum diye porno sitesi yapan, twitter sayesinde ne kadar dallama olduğunu gördüğümüz gazeteci camiasından daha kayda değer iş yapıyor bu adam.

Alfread anlatıyor..

17.11.2009

Oryantalizm


JIMMY PAGE ET ROBERT PLANT-LED ZEPPELIN_KASHMIR
Robert Plant ve Page Fas'ta tatil yaparken yazmışlar Kashmir'i, sene 1973. Kashmir'in özü onu Kashmir yapan Mağripli/Arap riffleridir. Yaylı, üflemeli, vurmalı çalgılar...

Video Led Zeppelin'in 94'te Mtv Unplugged programında çaldığı Kashmir'in en oryantal hali. Mısırlı perküsyoncular, kumkapı meyhanelerindeki kemancıları andıran keman soloları, Arapça inlemeler...
Edward Said dinlediyse sevmiştir.

9.11.2009

"Rüşvetin Belgesi mi Olur Pezevenk?"



90'ların Türkiyesi'nden hardcore günler. 94'te Civangate skandalında sanıklardan Selim Edes'in Engin Civan'a mahkemede; "Rüşvetin belgesi mi olur pezevenk" dediği günler yani. Skandalın ismi Amerika'nın Watergate skandalından ithaldi. Watergate skandalı Amerika başkanı Nixon'un başını yemiş, bizde de skandala adı karışan Özal ailesine bişeycikler olmamıştı. Richard Nixon hala Amerikan tarihinde istifa ile görevinden uzaklaşan tek başkandır.

Öncesinde, 93'te de İski skandalı patlak vermişti. Rüşvet skandalı, şimdinin Chp'si sayacağımız o zamanın Shp'sinin başını yedi. Ertesi  yılki yerel seçimlerde Tayyip Erdoğan İstanbul Belediye Başkanı oldu. Zaten Shpli Nurettin Sözen'in İstanbul belediyeciliği adına bugün bile itibarı, sokakları istila etmiş çöp yığınları ve su kesintilerinden ibarettir.
Erdoğan İstanbul'a belediye başkanı olunca, İstanbul'da artık içki içelecek yer kalmayacak diye feryat eden dangalaklar Çiçek Pasajında eylem düzenliyorlardı, Tayyip Erdoğan'ın da "milletimin imanından da sorumluyum" diye saçmaladığı dönemlerdi. Sonrasında Erdoğan bugünlere geldi. Chirac nasıl Paris belediye başkanlığından Fransa lideri olduysa, Ahmedinejad nasıl Tahran belediye başkanlığından bugünlere geldiyse.

Sol bi daha İstanbul'u alır mı? Bence zor. Kılıçdaroğluyla denediler ama işte bi noktaya kadar. Kılıçdaroğlu'nun başkanlığı isteyip istemediği de belli değil. Olupta başına dert mi alsın? Zaten, "seçilirsem her kadına 400-500 lira maaş bağlayacam "diye überfantastik seçim vaatleri olan bir adamın İstanbul'a ne katacağı tartışılır. Kılıçdaroğlu'nun İstanbul'a başkan olduğu bir ülkede Cem Uzan Cumhurbaşkanı, Osman Pamukoğlu'da başbakan olsun zaten. Baykal muhalefet kalsın, sorsanız o da bunu ister.

O dönemler benim ilkokul günlerim. Evcilik adına komşu kızını mıncıkladığım dönemler... Sınıfta bi çocuk vardı Engin diye, sınıfın güzel kızı Serpille adını çıkartmış, bu rezil(!) duruma da civangate adını takmıştık. Serpil Boşnak göçmeni, sarışın renkli gözlü kısaca Diane Kruger kıvamı bir kızdı. Şimdi büyümüş serpilmiştir epey. Ben yıllardır görmüyorum ama görenlerin nutkunu kesecek güzelliğe sahip olsa gerek şimdilerde..

Engin civan olmak zordu o günlerde, kimse istemezdi. Bizim sınıftaki Engin bile...

7.11.2009

Roll Over

Günün bed haberi benden... 'Telaşa mahal yok Roll kapanmıyor' demiştik ama Roll'ün bugün çıkan 144. sayısı son sayısıymış. 5000 kadar satan bağımsız dergi yükü kaldıramadı anlaşılan.
Alemde kaldıramazsan kaldırırlar diye destek kolu da yok. Grup destekli Rolling Stone'un battığı bir ortamda Roll'un kendi ayakları üzerinde bu sayılara ulaşması mucize gibi geliyordu zaten .

29.10.2009

Orijinal Rulo

Jack Kerouac Yolda'yı 3 haftalık bir sürede yazdı. Truman Capote totoşu; buna yazmak değil, daktilo etmek denir demişti. Kerouac romanında yolun ritmini yakalamak ve vakit kaybını önlemek için, daktilosunda rulo haline getirdiği kağıdı kullanmıştı.
Dönemin şartlarına göre fazla müstehcen kaçtığı için o orijnal rulo geçen yıla kadar hep sansürlenmiş halde basıldı. Orjinal rulo ilk defa geçen yıl Penguin yayınevi tarafından basıldı. Ayrıntı yayınları yeni baskıyı Türkçe'ye kazandırdı. 
Ayrıntı Yayınları saolsun, valla hak geçiyor.

Orijinal rulo kesintisiz Yol(lar)da

Bob Dylan'ın "hayatımı değiştirdi; tıpkı herkesin hayatını değiştirdiği gibi," dediği Jack Kerouac'ın 'Yolda' adlı kitabı basılışının 50. yılı anısına ilk kez orijinal rulo haliyle yayınlandı.

28.10.2009

Led Zeppelin Aile Albümü


Sol Baştan:
Jonh Bonham (Bonzo): İçmediği zamanlarda grubun en makul adamıydı. Resimde heralde içmediği nadir anlardan birisine denk gelmiş. Bıyık saç kombinasyonu Orta Asya'dan, Altay dağlarından kopup gelmiş bir Oğuz soyunu andırıyor . The Song Remains the Same adlı Led Zeppelin filminde,  kafasında kasketle tarlada traktör sürdüğü bir sahne vardı , orda da kuşaklar boyu Demirel'e oy vermiş bir Orta Anadolu köylüsüydü aynen.

Robert Plant: Daima kışkırtıcı ve provakatif... Bu resimde gerçi o yönü pek ortaya çıkmamış. Onun için gelmiş geçmiş en güzel saçlı solist diye boşa demiyorlar. 60'ında canlı izledim, saçları bu halde değil tabi ama yaşına göre çok iyi.

Jimmy Page: Gizem ve ezoterizmin dibine vurmuşta öyle resim çektirmeye gelmiş bir hali var . Duruşuyla gurubu evirip çeviren adam olduğunu anlamak güç değil. Grubun şöhret karşılığında ruhunu şeytana sattığı söylentilerinde şeytanla pazarlığı yapan adam olarak biliniyor.

John Paul Jones: Grupta da hep bi tesadüfen duruşu var sanki. Sonradan eklemlenmiş gibi. Resimde de sıra en son ona geldi zaten. Gruba dair hakkında en az yazılan çiziktirilen kişi. O olmasaydı stairway to heaven'ın öyle sağlam bir girişi olur muydu? Olmazdı.

15.10.2009

Rock'n Roll'un Steril Çocukları

Sex, Drugs, Rock'n Roll üçlemesinin sadece Rock'n Roll kısmından nasiplenmiş bir Rock grubu The Cranberries. Adıyla, mensuplarıyla, şarkılarıyla full naiflik çağrışımlı. Steril demem ondandır. Temiz aile çocukları kıvamındadır grup. Noel ve Mike kardeşlere yolda rastlasan, tiplerinden bunlar şakirt heralde lan dersin. Bereketli topraklar olan İrlanda'nın Limerick kasabasından peydah oldular. Yılmaz Özdil Cranberries'i anlatacak olsa mesela, göbeğini kaşıyan köylü Limerickliler'in bidon kafalı evlatları  grup kurmuşlar diye yazardı.

Son albümleri Wake up and Smell the Coffee b.k gibi bir albümdü. O albümü dinleyince insanın iyi ki dağılmışlar diyesi geliyordu nerdeyse. Dağıldıktan sonra Dolores 2 albüm yaptı. İlk albümünden daha kötüsünü yapabilir mi diye düşünürken geçtiğimiz ağustosta çıkardığı albümü ilkinden beter çıktı. Dünyanın en güzel sesli bayan vokallerinden birisi birikimini ancak bu kadar heba edebilir. Grup bir kaç konser için tekrar bir araya geldi. Ben devamının geleceğine inanıyorum. Ama tüm hayranlarının da diyeceği gibi Wake up and Smell the Coffee gibi bir albümle döneceklerse kalsın, biz eski şarkılarla idare edelim. 

Ben güzel müziğe dair ne işittiysem The Cranbberies'le başladı. Tamam The Cranberries bi Led Zeppelin bi Ramones değildi , tamam belki çaptan da düştüler, belki mıy mıydılar, belki hep aynı şarkılardan ibaretti ama bir nesli adam gibi müzikle tanıştıran gruptur Cranberries.O yüzden her ne dinlenilirse dinlenilsin bir gün olur Cranberries'e tekrar dönülür. Çünkü bi Linger bir Dreams dönemler üstüdür.

Referans Şarkılar:
*Linger
*Fee Fi Fo
*Shattered
*Promises

13.10.2009

Close to Eden


http://www.youtube.com/watch?v=trKsl8qfrHM&feature=player_embedded

Urga için 90ların en iyi filmlerinden birisi demişti Stalker... Filmler için bu tür tanımlamalar bir önyargı oluşturabilir ama başkası derse, Stalker dediyse değil... Urga Rus yönetmen Nikita Mikhalkov'un örneklerine pek rastlanmayan komünizm eleştirisi filmi..90ların en iyi filmlerinden..

Video, filmin Rus karakterinin 'Mançurya'nın Tepelerinde' isimli Rus milliyetçilerinin marşlarından birisini Çin'de bir barda söylediği sahneden...
Meraklısına; Mançurya Çin ve Rusya arasında kalan özerk bir bölge..

5.10.2009

Halı Saha Kültürü

"Halı saha insanı maç öncesi ısınmaz. Isınana da 'artist' gözüyle bakılır. Sahaya girilir, topa saldırılır. Isınma namına yaygın olan topla münasebet şekli orta açmak ve boş kaleye abanmaktan ibarettir. Hakemler zaten hipnedir. Ciddi turnuvalar dışında hakeme ihtiyaç duyulmaz."

***
Sporsever bir millet olmadığımız gibi spor yapan bir millette değiliz. Sadece futbolu seviyoruz (o bile muamma) ve hangi sporla uğraşıyorsunuz diye sorulan bir soruya ortalama bir Türk erkeğinin vereceği cevap ‘haftada 1 gün halı saha maçı'ndan öte gitmez genelde. Sahi nedir bu halı saha kültürü?

Bence yurdum erkeğinin haftalık sıradan bir aktivitesinden ibaret değil. Zira üzerinde tüketilen fikir/emek mesaisi pek çok şeyin üzerinde. Ben bir spor aktivitesi olarakta görmüyorum. 12-14 erkeğin, haftada 1 saat, nerdeyse sporun tüm olmasını gerekenlerini ihlal ederek, bir topun peşinde en hafif tabirle tepinmesi insana form kazandırıp, vücudu atletik kılmasa gerek. Her maçın ardından “Abi oynadıkça göbek eriyor”türü cümleler teselliden öte geçemiyor sanırım.

Sihirli Soru Cümlesi: "Abi 10-11 arası maç var, oynar mısın?

Ayağıyla bir topa yön vermeye muktedir nerdeyse her Türk erkeği bir halı saha grubuna mensuptur. Bireyin futbol becerisi ve aldığı haz kat sayısına göre bu ikiye de çıkabilir. Şartlar uygunsa halı sahaya abone olunur. Böylesi daha makbuldür. Boş saha bulma ve uygun zaman telaşesinden yırtarsın, her hafta salkım saçak olan üyeleri disipline etmiş olursun hem. Aksi taktirde sahayı, zamanı, oyuncuları ayarlamayı kendine şiar edinmiş/edindirilmiş kişiler vardır. Maç sonucu bir türlü tamamlanamayan halı saha ücreti bu arkadaşlarca tamamlanır her defasında, giren kontör/faturada ektrasıdır. Her maç öncesi onlarca görüşme vardır, yoğun telekominasyon ağıdır bir nevi halı saha olayı.

Fiziksel Şartlar

Sahanın kötüsü, yani muışamba kıvamında olanı çok can yakar. Artık literatüre geçen halı saha ayakkabıları da her eve lazımdır. Enflasyon sepetine de dahil edilmelidir. 1 tane alınır, uzun yıllar kullanılır. Önemli olan markası değil ayağa oturup oturmadığıdır. Her maç mutlaka ayakkabasını unutan olur. Bunların midesi elveriyorsa halı saha müessesinde ayakkabı kiralama giderler. Nasıl olsa halıdır, bişey olmaz deyip çıplak ayakla oynamak biraz dangalaklıktır. Ayak tabanının bir kısmını saha da bırakabilirsiniz. Bir de abartıp çivili kramponla gelenler olur. Bu arkadaşlar genelde maç öncesi ısınma turlarını halı saha işletmecisiyle köşe kapmaca oynayarak geçirirler. Halı saha ayakkabısını genelde tozluk diye tabir edilen, sadece ilk kullanım için beyazlığını koruyan, daha sonraları hep siyah beyaz karışımı, gri tonda seyreden kalın çoraplar tamamlar. Bu çoraplardan edinmeyip, yerine klasik çorap giyenler çok komik görünürler.

Halı saha formaları ise leş gibidir. 1 hafta sonra tekrardan giyileceği için yıkanmadan haftaya, ondan sonki haftaya ve ondan sonraki haftaya devereder. Hijyenin 'h' si soyunma odalarının yanından geçmez. 6-7 terli erkek, 2-3 metrekarelik bir odanın içinde, düşünün bi. Aslında Mine Kırıkkanat ve türevleri bu tür odalarda ıslah edilebilirler.

Halı Saha İnsanı

Halı saha insanı maç öncesi ısınmaz. Isınana da 'artist' gözüyle bakılır. Sahaya girilir, topa saldırılır. Isınma namına yaygın olan topla münasebet şekli orta açmak ve boş kaleye abanmaktan ibarettir.Halı sahacı erkek prototipi oluşturmak istersek nerdeyse her yaş skalasından, her meslek grubundan insanı bu gruba dahil edebiliriz. Sınıflar üstü bir hadisedir halı saha genelde. Zengini de oynar fakiri de. Zengini Hasan Vezir'in halı sahasında oynar, fakiri Sultanbeyli belediyesinin halısahasında, orası ayrı...

Bunun dışında halı saha maçları Türk erkeğinin en mühim sosyalleşme araçlarından birisidir. Yurdum erkeği için halı sahalar kısmende olsa hayallerini gerçekleştirme olanağı sunar. Sahaya çıkan çoğu kimse tüm hafta boyunca tvden izlediği futbolcuların hareketlerini yapabilmenin hayalini kurar hep. Top gelse de bi yapabilsedir. Bazen o hareket maç telaşesinde unutulur, bazen yapılır maç boyu yatılır, bazende tüm maç o hareket için heba edilir. Mutlak surette maç için sabit bir kaleci ayarlanmalıdır. Zira bir erkeğin bir erkeğe söyleyebilecin en berbat 2. laf; "abi kaleye geçsene"dir. Birincisi "günaydın sevgilim"dir.

Yazılı Olmayan Kurallar

Her maç öncesi ortak bir iradeyle taktik belirlenir(7 kişiyle ne taktiğiyse artık), herkeste biat eder. 3lü defans sabit kalacaktır (hadi len), orta saha defansa yardım edecektir, ileri toplu çıkılıp toplu dönülecektir. İşte bu halı sahaların olmazsa olmaz ofisyal taktiğidir. Zeman için 4-3-3 neyse halı sahalar için bencil futboldan kaçınmak odur. Bunlar maçın 10. dakikasından itibaren unutulmak suretiyle her maç öncesi ateşli bir şekilde tartışılan ve ateşli bir şekilde kabul gören kurallardır.

10. dakidan itiraberen herkes bildiği doğrultuda oynamaya başlar. Şayet maç erkenden koptuysa, büyük bir sebatla o vakte kadar defansta çakılı kalmayı becermiş oyuncu, resti çeker;'anuna goyarım' diyerekten forvete çıkar, zaten olmayan defans kurgusu böylelikle çöküverir.

Rakip azılı düşmandır. Zaten ciddi manada yapılan sporun centilmenlikle, kardeşlikle hiç alakası yoktur. Pek tanınmayan bir rakiple yapılan maç kavga ortamına müsaittir. Sert geçen böyle bir maç potansiyel street figther arenasıdır. Halı sahalarda kavga sıklıkla görülür yani. Erkek egemen zemindir halı sahalar. Maskulen gurur zedelenmeye pek yanaşmaz. Kavga çıkarsa maç yarıda kalır, kavga çıkması değil işte bu kötüdür. Bi de her takımda bencil bir oyuncu bulunur. İçten içe çok küfür yer bu adamlar. Hakemler zaten hipnedir, ciddi turnuvalar dışında hakeme ihtiyaç duyulmaz.

Kaçınılması Gerekenler

Söz veripte maça gelmemek kolpalıktır. Affolunmaz. Halı sahalarımızda görmek istemediğimiz 10 kusurlu hareketin 10una birden tekabül eder.

Halı saha maçları çevrenizde yoğun bir popülasyonu ilgilendiriyorsa biraz çakal olmak icap edebilir. Ya herkes idare edilebilmelidir, ya da 8. şahsın haberi olmamalıdır maçtan. Tafrası olur, küseni olur, olur da olur. Bir de maç boyunca takımın tüm yükünü kendi çektiğine inanıp, geri kalanların oyunu boşladığını düşünenler olur. Bu düşüncenin devamı bazen maçı terketmeye kadar gidebilir. Tasvip edilmez bu tür kaprisler. Sonra, normal hayatta gayet aklı selim, mülayim birisi sahada, nerdeyse herkese salça olan bir cevvale dönüşebilir. Sorsan 'abi niye böyle' diye, 'ya abi fıtratım böyle'dir genelde cevap. Aslında halı sahada herkes birbirine bağırır. İlla sosyolojik bi gözlem yapacaksak, halı sahalar ksinlikle insanların sinirlerini deşarj ettikleri alanlar değildir. Bilakis sıradan aksiliklerin bile nefret, sinir katsayısını çoğalttığı bir ortamdır halı sahalar.

11.07.2009

Don Quijote de La Mancha


Bilirim,
hele bir düşmeye gör hasretin halisine,
hele bir de tam okka dört yüz dirhemse yürek,
yolu yok, Don Kişot'um benim, yolu yok,
yel değirmenleriyle dövüşülecek.
N.H.R

5.07.2009

Bozkırın Ozanı

Kırgız yazar Cengiz Aytmatov geçen yıl12 haziranda, 81 yaşında öldü. Ölüm yıl dönümünde Trt Aytmatov'un anıt mezarından canlı bağlantı yaptı. -Laf arasında Orhan Pamuk için bir anıt mezar yapılmak istense kopacak kıyameti hayal edin.-
Aytmatov su götürmez bir gerçekle Türk dünyasının en iyi yazarıydı. Babası sıkı bir Sovyet rejimi taraftarı olmasına rağmen rejime ihanetten öldürüldü. Aytmatov uzun yıllar babasının mezarının yerini bile öğrenemedi. Eserlerinde ki soyvet rejimimin despotik yönlerine yaptığı eleştirilerin nedenini anlatıyor bu. Fransız yazar Louis Aragon Aytmatov'un Cemile'si için gelmiş geçmiş en güzel aşk romanı der. Bence Toprak Ana daha iyidir bu konuda.

Cengiz Aytmatovla 6 yıl önce tanıştım. Gün Olur Asra Bedel'i hediye etmişti bir abim. Türkiye'de ciddi bir Aytmatov kitlesi var. Aytmatov'un Türkiye münasebeti sağlamdı. Bu ülkenin gördüğü en güzel filmlerden biri Selvi Boylum Al Yazmalım Aytmatov'un eseri. Ortaokul Edebiyat müfredat kitaplarında çoğunlukla Aytmatov'un Beyaz Gemi'si bulunur. Türk Edebiyatı dergisi Aytmatov özel sayısı yayınlamıştı geçen yıl. Resim derginin kapağından.

Bu vesileyle ruhu şad olsun, toprağının sesi büyük ozanın...

Nostalji Öldürür!

"İnsanı kendi geçmişine bağlayan uğursuz bağımlılık duygusunun, her an daha çekilmez hale gelen hastalığın adı nostaljidir."
Andrey Tarkovski

31.03.2009

Eleni

Bizde yokluktan gudubet Fazıl Say'a dahi muamalesi çekerler. Eleni'nin olduğu yerde deha sadece onun parmakları ucundadır.
*ilişkilisine: Eleni Karaindrou 4 Nisan Cumartesi, 16-18 saatleri arasında İstiklal Mephisto'da yeni albümünün tanıtımı için imza gününde.

Ulysses' Gaze
http://www.youtube.com/watch?v=SAz9Vc2lVVA

27.02.2009

İskandinav Üçlemesi


Tüm yollar İskandinavlar'a mı çıkar?
Bugünlerde öyle...

Sır Kapısı- İskandinavlar Özel Bölüm
Üst komşu Dışişleri Bakanlığında görevli. Apartman girişine müsvedde niyetine bir yığın Time dergisi falan bırakmış, o dergilerin Türkiye'de kaça satıldığından haberi yok heralde. Herneyse, kapaktan seçmece yapıpı bir kaçını aldım. İlk okuduğum sayı Vikinglerle ilgili olan oldu. İhtiyaç sahibine malumat; Vikingler barbar olarak bilinmelerine rağmen aynı zamanda demokratik bir meclise sahiplermiş. Çok gelişmiş bir ticaret ağını da kontrol ediyorlarmış. Bugünkü Irak'a kadar diyeyim o genişliği kavrayın. Ve yaptıkları saldırılarla bugünkü Avrupa'nın ve hatta Avrupa Birliği'nin peydah olmasını sağlamışlar, ta 8. yüzyıllarda falan.

Geçenlerde evin oralarda turluyorum. Sidestreets diye bir sanat merkezi var, girişinde İsveçli yönetmen Ingmar Bergman'ın film gösterimi afişlerini görünce içeri damladım. Bergman'ın seçmece 7 filmini İsveç Büyükelçiliğinin katkılarıyla gösterilecekmiş. Şans, güzel şans.. Şimdi şöyle düşünün, Amsterdam'daki Türk büyükelçliği Orhan Pamuk'ı onore etmek adına kitap okumaları falan düzenliyor. Sonra kopacak tantanayı hayal etmeye çalışın.

Bugünlerde en çok dinlediğim şarkı da Led Zeppelin'in Immigrant Song'u. Şarkı, Vikingler'in yıkıcılığını yine Vikingler'in ağzından seslendiriyor.

Buzun ve karın topraklarından seslendiriyoruz.
Sıcak kaynağın aktığı geceyarısı güneşinden
Tanrı'nın çekiçleri...
Gemilerimizi yeni topraklara süreceğiz
Gülerek ve ağlayarak kalabalıklarla savaşmak için


21.02.2009

Örülmüş Belleklerimiz

Yeşim Ustaoğlu / Bulutları Beklerken

Bu ülkenin geçmişine dair sıkı sıkıya nakşedilmiş, örülmüş belleklere sahibiz. O sıkı sıkıya örülmüş ağdan geçmesi istenmeyen kısımda, bizden olmayana yaşatılan derin acılar var . Bizimse, o yaşanan acıları görebilmemiz için belleklerimizi tazelemeye ve sarsmaya ihtiyacımız var. Çünkü ancak acıyı gördükçe paylaşabilme yükümlülüğü hissedebiliriz. Ancak o zaman vicdani bir ağırlık taşıyabilecek kıvama gelebiliriz, ki buna ihtiyacımız var.

Yeşim Ustaoğlu filmleriyle örülmüş belleklerimizi sarsıyor, yıpratıyor. Ermenilerin, Kürtlerin, Rumların, Alevilerin, dindarların, gayri müslimlerin belirli periyotlarla acı çektiğini görüyorsun bu topraklarda. Gördükçe, o zaman aslında Bulutları Beklerken, neden taze belleklerimizde travmatik bir fırtınayla karşılaştığımızı anlayabiliyoruz.

10.01.2009

İnsancıl Kapitalizm & Hulusi Kentmen

İnsancıl kapitalizm olur mu? Olursa da bu doktrinin babası Hulusi Kentmen olur. Ne Marx Ne Smith ne de Keynes...