13.05.2012

İtliğin, Hergeleliğin Şehri Frankfurt

Rezidansta kaldık

 Bi' insan neden Frankfurt'a gider? Ya Afyon Emirdağ'dan gurbetçi akrabası yaşıyordur, ya da çalıştığı dandik firmanın tek işe yarayan aktivetisi olan fuar falan vardır, ona gitmiştir. Benim gidişim dostum Andy'nin daveti üzerine oldu. 'Roma'ya gitmişken buraya da uğra, hoşlanacağın şeyler var' dedi.  Ama gidişimdeki en önemli faktör tabiki Roma'dan Frankfurt'a olan 30 euroluk uçak biletiydi. Madem 'Schengen vizesini aldık anasını ağlatmamak olmaz' türünden Türk usulü bir biliçaltı vize ezikliği de başka faktör tabi. Biraz business  birazda futbol eksenli bi' ziyaret deyip kestireyim.

30 euroluk bilet ve Ryanair fenosuna değinmeden geçmeyeceğim tabiki. Ryanair bildiğin köy postası usulü çalışan İrlanda kökenli bir havayolu firması. Low cost airlines diye tabir edilen ucuz havayolu taşımacılığının ağababası. Ryanair ve iş modeli üzerine dolaşan tonla şehir efsanesi var. Ben Roma'dan Frankfurt'a 12 euro bilet parası 15 euro da bagaj parası ödedim.

İnternet sitesinden 30 euroluk bir bilet ve bagaj masrafıyla kurtulmak ayrı bir mucize tabi. Az biraz değil çok dikkatli olmazsanız site sonunda total cost olarak 30 euro olarak niyetlendiğiniz biletin 70-80 eurolara fırladığını görebiliyorsunuz. Oradan sigorta, buradan battaniye, oradan kayak takımı derken Yenibosna çocuğu misali 'ayık' dolaşman lazım siteyi. Site dedim ama mynet yanında tasarım harikası kalıyor. Comic sans font Geocities site tasarımı kombini bir site. Siteden almakla bitmiyor herşey. Mutlaka check in yapman lazım 15 gün öncesinden. Bi' de boarding pass denen bir zımbırtı var.  Onun a4 çıktısını alıp uçağa binmeden teslim etmezsen 30 euro ödediğin bilete artı 40 euro ekstra check inde bayılıyorsun, ve bu ortalam bir Türk'ün havaalanında katil olması için yeterli bi' neden.  Ryanair rulezzzz.
Ryair'de istediğin koltuğu parayla alıyorsun lakin parayla almadığın tüm koltuklar senin. Yani biletinde koltuk numarası yok. İçeri gir istediğin yere otur. Bana düşe düşe 2 İspayol liseli piçinin yanı düştü, pandejo. Uçağın içi, güzel semtimiz İçerenköy'ün salı pazarını aratmıyor. Yol boyunca hostesler bi'şey satma derdinler. Hostesler bitap düşünce araya anons giriyor. Hostesler desen zaten kazulet gibi maşallah.

Yinede  Roma - Frankfurt 30 euro kuzum, memnun kalmayayım da taş mı olayım?

1o kiloyu geçerse biletten fazla para ödeyebilirsin

Frankfurt'a gideceklere (niye gidecekseniz artık) en büyük tavsiyen ne olur derseniz, Hann havaalanına gitmeyin. Frankfurt main denen ana havaalanına bilet alın. Hann taa ebesinin nikahında bir havaalanı. Tam 1.5 saat yol sürüyor oradan Frankfurt'a. Shuttle 12 euro, fakat 1.5 saatte bir var. O 1.5 saatte yolda nasıl bir kafaya vardıysam artık shuttele da ayfon 4ümü unutmuşum. Frankfurt'a vardıktan 1 saat sonra falan farkettim. Ayfon 4 bu evlat acısı lan.
Neyseki firma yetkilileri kayıp eşya bürosunda tutuyorlarmış. Alman katı formalitesini Türk uslubüyla kırıp ayfonu başka ellerden teslim aldık. "Şimdi abi haklısında bizde yabancıyız yani burada..."

Frankfurtta ne var diye sorarsanız pek bi' halt yok. Soğuk, ruhsuz bi' Avrupa kenti işte. AB merkez bankası falan burada. Şehir de nehir de varmış, ben sonra fotolarda falan gördüm. Bi' kaç kilise falan var. Roma'da kilise katedral dolaşa dolaşa dinden çıkıyorduk resmen.
Adamın hammaddesi Goethe de Frankfurtlu. Evini müzeye çevirmişler. Arkadaşın evine çok yakındı, gittim. Orada da fotoğraf makinesini unuttum hehe.
Anlatmaya gerek yok sanırım. Frankfurtta her yer Türk kaynıyor. Bi' gün tek başına takıldım, gün boyu tüm işimi Türkçe hallettim. Arap nüfusu da fazla, grekler ve sırplarda varmış epey. Anlayacağınız multikültürel bir şehir. Ama bunu yadırgamayıp benimsemişler aksine. Zaten açık konuşayım göçmenler falan olmasa Almanya ruhsuz, cansız kasvet yuvası İzlanda kasabalarına dönermiş.  Coen biraderler Fargo'yu burada çekermiş kesinlikle.
Goethe'nin risale sohbetlerini kaçırmadığı odası

Roma'da rönesans çocuğu edasıyla dolaşırken Frankfurt'ta underground takıldık. İtliğin hergeleliğin şehri derken bol keseden sallamıyoruz. Almanya'nın en büyük havaalanından birisi Frankfurtta olduğu için uyuşturucu trafiği de yoğun şehirde.  Zaten Frankfurt gencoları 'ottur günahı yoktur' lafını yaşam felsefesi olarak benimsemişler. İçmeyeni görmedim. Yasalar da 'fazla içme kulağını çekerim yoksa' sertliğinde olduğu için rahatlar.

Arkadaşlarla bi' akşam hapishaneden dönme bir işgal evine gittik. Maşallah her türlü itlik, hergelelik serbest içerde. Bina hapishane vasfını yitirip boşaltılınca işgalciler hemen kapmışlar binayı. Devlet çıkın buradan deyince de 'kalkanın yeri verenin avradı' demişler, çıkmamışlar. Devlette ısrarcı olmamış pek. Bizde olsa polis ateşe verirdi evi. Gerçi bizde işgal evi olayı yalan biraz. Daha ilk aydan doğalgaz faturası yüzünden tüm bina birbirine girerdi. Biz gittiğimizde günlük harcırah için bağış topluyorlardı. Bi' de rap konseri vardı. Almanca rap çekilecek çile değil.

AB merkez bankası Frankfurtta olduğu için occupycılar bankanın önüne çadır kurmuş, garip aktiviteler düzenliyorlardı. Çadırlar dumanaltı tabi, itoğlu itler öyle içmişlerki çadırların arasında geçilmiyor bile, geçtim içeri girip kapitalizm tırıvırı konuşmayı. Bu occupy olayının Türkiye'deki karşılığı 'evladım sizin anneniz babanız yok mu' olur heralde. Allahtan biz de böyle bi' olaya kalkışmıyorlar. Yoksa emekli amcalar, teyzeler adamlarda misyon, ülkü ne varsa kuruturdu.

Gastronimi olayı Almanya'da çiğköftecide son bulur. Ha bi' de şehrin merkezinde bi' İspanyol balıkçısına gittim, aperatif olarak zeytin falan vardı. Ben öyle bi' zeytin yemedim ki tam bi' Akdeniz yemekleri gurmesiyimdir. Anam Giritli, naçar babam da Kos adasındandır. Erzurum'un dağ köyüne ne amaçla yerleşmişler onu bilmiyorum gerçi.

Bi' de Amsterdam çakması Red Light District var şehirde.

Türk'ün uçaktaki duty free içkisi görgüsüzlüğü kimse de yok, nokta

İşgal evinden manzara. Fotodaki gibi sap bi' ortam yok aslında
Tıksırıncaya kadar içiyorlar işgal evlerinde


Urban Outfitters mağazasından
Frankfurt'un altın makas berberi. Gurbetçi traşı bu ellerden çıkıyor işte. 

6.05.2012

Kötü Tohum


Güzellik rekabetle gelmedi. Rekabet etmeden de güzel şeyler kazanabilirsin.

Nick Cave neden Mtv en iyi şarkıcı adaylığını reddettiğini anlatıyor.

" Sevgili MTV Ekibi,


Öncelikle sizlere teşekkür etmekle başlamalıyım. Yıllardır bana verdiğiniz desteğe minnettarım ve en iyi erkek sanatçı dalında aday olmayı da bir iltifat olarak görüyorum. Kylie Minogue ve P.J. Harvey ile son albümümüzde yer alan parçaları canlı çalmamız için bize ayırdığınız zamanı da gözden kaçırmadığımı, çok mutlu olduğumu belirtmek isterim. Bu yüzden tekrar en samimi duygularımla sizlere minnettar olduğumu hatırlatmama izin verin.


Bu mektubu en iyi erkek sanatçı için adaylığımın geri çekilmesini istemek için yazıyorum. Bunu istemenin benim için gerekli olduğunu hissediyor, bu ve bunun gibi ödül törenlerinin rekabetçi doğası içinde bugünde ileride de yer almak istemediğimi dile getirmem gerektiğini düşünüyorum. Bu adaylığı daha rahat düşünen biri almalı. Her zaman müziğimin eşsiz ve ender olduğunu düşündüm. Ben kimseyle rekabet etmem.


Benim ilham perimle olan harika ilişkim çok narin. Ben, onun kırılgan doğasını rahatsız edebilecek, onu incitebileceğini düşündüğüm bu tip etkilerden korumakla görevli olduğuma inanıyorum.
Bana ödül olarak şarkılarla gelen ilham perime karşı tüm sorumluluklarımı saygı ile yerine getiriyorum. Bu durumda onu rekabete sürüklemek oldukça kırıcı olacaktır. Benim ilham perim bir at değil, bende at yarışçısı değilim. Dolayısıyla bu kesik kafalarla dolu salonda, ışıltılı ödüller için onu koşturmayacağım. İlham perim yok olabilir,  beni tamamen terkedebilir!


Dolayısıyla sevgili MTV insanları, son albümümün arkasında durduğunuz, şevk ve enerjimi paylaştığınız için sizlere teşekkürederim. Çok teşekkür ederim ama hayır,  bunu yapamayacağım.
Saygılarımla,"
Nick Cave

Kaynak: Radyo Eksen