21.09.2014

Yağmurdan Önce Makedonya

Hasbelkader belleğimin bir köşesine ilişmiş güzel sahnelerin peşinden gitmeyi seviyorum. Bunlardan bir tanesi Talented Mr. Reply filminin ben de bıraktığı tat için İtalya'nın Cinque Terre kıyısına yaptığım seyahat oldu.
Geçen hafta yaptığım Makedonya gezisinin bahanesi de 10 yıl önce izlediğim, Makedon yönetmen Manchevski'nin enfes filmi Before the Rain'den kalan bir kilise sahnesiyle oldu. (Imdb puanı 7'den aşağı olan filmler için burun kıvıranlara duyurum olsun, filmin puanı 8.)

St. Joan Kaneo Kilisesi & Ohrid Gölü

Makedonya 3-4 günlük düşük bütçeli bir tatil için ideal bir ülke. Gitmeden önce bir ülkeye ve bir geziye dair tüm beklentilerinizi asgari düzeyde tutup gitmeniz gereken bi' ülke aynı zamanda. Siyasi olarak Balkanlardaki tüm etnik tırıvırılardan nasibini almış. Yunanistanla papazlar, azınlık olarak Türkler ve Arnavutlar var, onlarla da sıkıntı yaşıyorlar, ekonomi zaten yerlerde. Topu topu 2 milyon gibi bi' nüfusları var, hepsi köpek gibi çalışsa nolacak ki gibi bi' hal mevcut. Akdeniz ülkelerinin adı çıkmış ama Allah herkese Balkan ülkeleri rahatlığı versin.

Pegasus'un Üsküp'e düzenli seferleri var. Gitmeden önce biraz araştırmıştım fakat net bir bilgi bulamamıştım. Havaalanından Üsküp'e tek vasıta olarak bloglarda taksiler yazıyor fakat Vardar Expres adlı bir taşıma firması havaalanı ve Üsküp arasında shuttle seferleri sağlıyor. Biraz beklemeniz, saati tutturmanız gerekecek o kadar. Normal şartlarda taksi ücreti 20-25 euro arası değişiyor fakat bu bahsettiğim turla kişi başı 2.5 euroya gidebilirsiniz. Euro demişken 1 euro yaklaşık olarak 0,61 Makedon dinarına denk geliyor, Türk lirası olarakta 1 lira 0,46 Makedon dinarı. Gezip görebileceğiniz ülkeler arasında nadiren denk gelebileceğiniz Türk parasının daha değerli olma hali bu ülkede var yani.
Üsküp'e ilk gittiğimizde hafif yağmurlu bir hava vardı ve Makedonlar'ın ulusal günüydü in cin top oynuyordu resmen. Tadımız kaçınca planı bozarak yengenizle ertesi gün Ohrid'e kaçalım dedik. Ama Ohrid'e geçmeden biraz Üsküp'ü anlatayım.

Matka Kanyonu


Üsküp 700.000 nüfuslu Makedonya'nın İstanbul'u diye tabir edeceğimiz bi' şehir. Şehrin 'old city' diye geçen kısmı Osmanlı'dan kalma Türk bölgesi, diğer kısmı da Sovyetlerden kalma Makedon bölgesi, bu iki kısmı Vardar nehrinin üzerine ypaılmış köprüler ayırıyor. İki tarafta birbirine tezat bir mimarı ve kültürel doku taşıyor. Türk çarşısı ve mahallesi bizim Bursa çarşılarından farklı değil. Saraybosna'nın Başçarşı bölgesinden daha büyük ve daha fazla Türk unsuru taşıyor. Makedon Türkler'i ülkenin %4'ünü oluşturuyormuş fakat ülke genelinde daha fazlalar gibi bir hava var, hükümetin Türk nüfusunu bilerek düşük gösterme gibi bir niyeti olduğu söyleniyor.
Türkçe'nin konuşulmadığı hiç bir yer yok gibi, herkes Makedon olsun Arnavut olsun birazda olsa Türkçe konuşabiliyor. Bir gün boyunca hiç İngilizce konuşmadan işlerimizi hallettiğimiz oldu mesela. Burada da kabak gibi sırıttık tabiki, her gittiğimiz yerde hatta Allah'ın dağında bile alnımızda Türk olduğumuz yazıyormuş gibi Merhabalarla karşılandık. Akşam televizyonları açtığımız da mutlaka 2-3 kanalda Türk dizisi oynuyordu. Biz nasıl yıllarca o dandik Güney Amerika dizilerini bön bön izlediysek Araplar ve Balkan milletleri de bizim dandik dizileri aynı hevesle izliyor. Ben bu dizi ihracı olayına o gözle bakıyorum . Her neyse uzatmayayım, Makedonya kısmi olarak bir Türk ülkesi diyebiliriz, Makedon Türklerinden bir arkadaşla görüştüğümüzde Türkler'e karşı ayrımcı politikaların olduğundan bahsetti fakat zamanla  olumlu yönden değişen algılar da varmış. Zamanla değişmeyen şeyler hep bizim ülkeye has maalesef.

Tanıtıma gerek yok; Türk Mahallesi



Üsküp hiç bir toplu taşımaya binmeden, yaya olarak gezebileceğiniz tavsiyem 2 günden fazla vakit ayırmaya gerek olmayacak bir şehir. Üsküple ilgili her yerde okuyacağınız üzere gereksiz biçimde her tarafa heykel dikmişler. Milli bilinç oluşturacağım diye yapmışlar ama olayı abartmışlar Bulgar milli bilincini ihlal edip Bulgar kahramanların heykelini falan da dikmişler, bi' kısım heykele konu olan şahısları kimse bilmiyor bile. Üsküp'te şunları yapın yada şuralara gidin diye bir şey demeyeceğim. Öyle ahım şahım yerler yok zaten. Kısa bi' araştırmayla Üsküp'e dair gezilecek yerleri listeyebilirsiniz.

Büyük İskender Meydanı & Heykeli

Makedonya'ya gelenlerin için turistik sayılabilecek en uğrak yerlerden birisi Ohrid. Üsküp şehir istasyonundan ortalama saat başı Ohrid'e otobüs bulmak mümkün. Kişi başı 500 Makedon dinarı ödüyorsunuz Ohrid için. Bu da yaklaşık olarak 24 Türk lirasına denk geliyor. Yolculuk süresi 3.5 saat ve size yol boyunca güzel bir manzara eşlik ediyor. Otobüsler 303 ayarında sovyetlerden kalma otobüsler, bu sayede yıllar sonra 303'e binme keyfi yaşadık, teşekkürler komünizm.  Ohrid sanırım Makedonya'nın en güzel yeri. Şehir eski ve yeni olmak üzere ikiye ayrılmış. Ohrid gölüne nazır kısım şehrin eski şehir kısmına düşüyor. Burada yine çok güzel bir Türk mahallesi var. Ve Ohrid gölü harika. Yukarıda görsel olarakta sunduğum, ilk paragrafta mevzubahis olan St. Joan Kaneo'da göle nazır bir tepede Ohrid'de bulunuyor.

Ohrid
Bizim planlarımızda Ohrid'e sabah erkenden gelip gün sonunda tekrardan Üsküp'e dönmek vardı fakat Ohrid'i çok beğenince bir gün daha kalıp iyice tadını çıkaralım dedik. Burada güzel bir Eski Osmanlı evinde yer ayarlayıp geceyi burada geçirdik. Ohridle alakalı olarak 4-5 tane tarihi kilise var onları gezin, şehir merkezinde eski bir Osmanlı camisi ve o da güzel ama asıl tavsiye edeceğim bunlar değil. Şansınıza açık bir hava denk gelirse mutlaka t. Joan Kaneo'da kilisesinin harika manzarasından güneşin batışını lzleyin, çarşaf gibi Ohrid gölünün tadını çıkarın. Hayatımdaki en iyi seyahat tecrübelerinden birisi oldu bu manzara karşısında güneşin batışını izlemek. Diğer bir tavsiyem de özellikle kalabalık bir grupla geldiyseniz Ohrid'e tekne kiralayıp gölde tur atıp, yaz mevsiminde tertemiz göl suyuna girebilirsiniz.

Ohrid'den sonra Üsküp'e dönmenin tek mantıklı yanı Matka Kanyonu'na gitmek olurdu zaten ki biz de öyle yaptık. Aslında epey kararsız kalmıştık gidelim mi gitmeyelim mi diye. Marka Kanyonu Üsküp'ün biraz dışında kalıyor, yaklaşık 17 km dışında.  Taksi dışında çok sık ulaşım aracı yok. O yüzden son dakika kararıyla gittik. Sorduğumuz taksiler genelde 10 euro dedi. Bi' taksicilye 5 euroya anlaşıp kanyona ulaştık. Kanyon akan bir nehre baraj yapılmasıyla enfes bir mekana dönüştürülmüş. Güzel bir nehir etrafında inanılmaz yeşillikte dağlar var. Burada isterseniz trekking yapabilirsiniz, dilerseniz orada motor kiralayabiliryorsunuz. Tracking olayına girersen dağ bayır fazla zevk alamazsın, manzaradan da mahrum kalırsıno yüzdne en iyisi motor kiralamak. Kişi başı 400 Makedona dinarı (18.5 TL). 1 saat dolaştırıyor ve çok eski bir mağara turu var. Mağara turunun çok cezbedici olduğunu söyleyemem fakat manzara ve o suda seyahat etmek mükemmel bir deneyim. Üsküp'e gidenler 3-4 saatini ayırıp mutlaka kanyonu görsün. Kanyonda restoran ve kafe var ama dışarıdan getirdiklerinizi yiyebileceğiniz banklar da mevcut. Makedonya'ya göre de gayet turistik bir yer olmasına rağmen o kafe de çok pahalı bi' mekan değil zaten. 'Bulmuşken geçirelim' zihniyeti bu topraklarda gayet sıradan ve yerleşik bir işletme ahlakıyken Makedonlar'da pek yerleşmemiş.



Makedonya genel olarak ucuz bi' ülke. Yeme içme barınma meselelerinde bize göre neredeyse yarı yarıya fiyatta çoğu yer. Çok ahım şahım lüks mekanlar yok.Ülke olarak zaten diğer Balkan ülkeleri gibi  kitsch bi' ülke, Balkanlar'ın estetik yetersizliği burada da var. Güzel ırktan gelen bi' toplum fakat güzel giyinmeyi beceremiyorlar, zevkleri genelde biçimsiz. Mesela gördüğüm yaygın erkek modası kot şort, baskılı tişört ve bel çantasından ibaret, oğlum yılan gibi çocuksun kendini niye heba ediyorsun. Kızları da öyle, abartılı makyajla bizim düğün kızlarına dönüyorlar. Binalar hakeza, abartılı ve Sovyet estetiği artıkları.
Yeme içme meselelerinde farklı lokal tatlardan hoşlanmayanlar için Üsküp ve Ohrid'de Türk lokantaları mevcut. Ağırlıklı olarak köfte ve kuru fasülye üzerine çalışıyor. Çay meselesi yaygın değil hatta biraz turistik diyebilirim. Aynı şeyi Bosna'da da görmüştüm, Türk turist akımından ötürü kafeler Türk çayı bulunur uyarıları asıyor. Yerel halk Türk kahvesi içiyor.

Sonuç olarak Makedonya 3-4 günlük bir tatil için güzel ve ucuz bir tatil destinasyonu. En başta dediğim gibi çok büyük beklentilerle gitmediğiniz zaman çok güzel yerlerden tat alabilirsiniz.




Ohrid Gölü







9.03.2013

Terrence Malick Üzerine


Son 1 haftadır sürüsüyle Terrence Malick okumamın ve tüm filmlerini de izlemiş olmanın verdiği öz güvenle Malick hakkında iki üç laf etme hakkını kendimde görüyorum artık. 30 yıllık sinema kariyerine topu topu 6 film sığdıran, bu filmlerin hiç birisi 'sıradan' olmayan ve bu süre zarfında tek bir söyleşi vermemiş, münzevi bir hayat süren bir sinema figürünün benim dünyama teğet geçmesini istemem açıkçası.

Baştan ifade edeyim, Malick'in sineması benim sınırlarımı aşıyor. Onun şiirsel ve sipiritüel kodlarının benim algı dünyamda karşılığı zayıf. Malick'in sinema dilini anlamam tek seferde çok ama çok zor; ama onun sinemasında her zaman için beni en derin tarafımdan yakalayan bir bilinmez güç var. Beni yakalıyor, sürüklüyor, hırpalıyor vs. yani bir şekilde algı dünyama etki ediyor.

Zaten Malick'te kimseye kolay filmler vadetmiyor. Tarkovsky, filmlerini anlamadığını söyleyen bir izleyicisini fırçalarken Malick'te umursamazlığıyla aynı şeyi yapıyor. Hep kafasına buyruk hep kendi bildiğini okuyan türden bir isim Malick.
Onu izlemek kadar onunla çalışmakta çok zor bu yüzden. Onun bir filminde oynayan Christopher Plummer artık onunla bir daha çalışmayacağını söylüyor bir söyleşisinde. Sean Penn de 'The Tree of Life'ta oynadım ama ne oynadım bende bilmiyorum' türünden açıklama yapmıştı. Malick senaryoya bağlı kalmayı sevmiyor. Saatlerce kameranın çekim yapmasını istiyor. Oyuncuları hem fiziken hemde zihinsel olarak zorluyor. Bununla ilgili anlatılan en ilginç hikaye, The Thin Red Line film çekimleri esnasında kendisinin başrol oynadığını düşünen Adrien Brody'nin filmin kurgulanmış halinde sadece bir kaç dakikalık sahnesinin olması. Buna rağmen oyuncular için hep cezbedici bir yönetmen oldu Malick. Brad Pitt'ten Sean Penn'e, Richard Gere'den Javier Bardem ve George Clooney'e kadar bir çok kalburüstü oyuncu Malickle çalıştı.


Yukarıda da yazdım Malick'in 30 yıllık sinema kariyerinde toplamda 6 filmi var. 1974 ve 78'te çektiği düşük bütçeli ve aslında sıradan konuları olan Badlands ve Days of Heaven filmlerinden birer klasik mertebesinde filmler ortaya çıkardı. Sonra 20 yıl boyunca film çekmedi. Bu esnada MIT'de felsefe dersleri verdi. 20 yıl sonra gelmiş geçmiş en güzel savaş filmlerinden birisi olan The Thin Red Line ile dönüş yaptı. 20 yıl neden film çekmedi, bu inziva döneminde neler yaptı kimseye hesap vermedi tabi ki.

Bu uzun süreçte Malick'in sineması da değişti. Onun hakkında en çok merak ettiğim konulardan birisi neden Badlands ve Days of Heaven gibi filmlerden sonra şiirsel yönü ağırlaşan filmlere yöneldiği. Son dönem filmlerinin neredeyse tamamı Allah, inanç, doğa arasında insanı elen alan filmler. Mesela The Tree of Life filminde yarım saat süren yaratılış sahnesi tüm dinlerin ilahiyat fakültelerinden izletilmeli bence. Malick'in tüm filmlerinde doğa esas karakterdir aslında, 'karakter oyuncuları sadece film esnasında orada dururlar. Malick hiç bir zaman onları öne çıkarmaz, ya karakterlerin histerileri ön plandadır ya da doğa. Malick müthiş bir görüntü yönetmeniyle çalışıyor ve tüm filmleri mutlaka görsel bir ziyafet sunuyor.

Sonuç olarak 30 yıl, 6 film, 5 tanesi başyapıt, tüm bu serüven üzerine tek bir söyleşi bile yok...

2011 Cannes film festivalinde The Tree of Life filmi basın toplantısı, elbette Malick yok. Brad Pitt'in olduğu basın toplantısından Brad Pitt'ten fazla konuşulan isim; Stalker'ın da dediği gibi Sinemanın Ozanı Terrence Malick

24.01.2013

Taşra Sıkıntısı



Türk sinemasında eksik olan sahicilik ve yerelliğe dair varsa bu sahneyle tüm eksikliği giderilmiş resmen. Büyük iş.

1.01.2013

Do you wanna see something special?

Paris, Texas


  - Sorun ne Travis?
  - Nereye gidiyoruz?
  - Uçakla Los Angles'a... Uçaktan korkmuyorsun değil mi?
  - Havadan mı gideceğiz?
  - Evet.
  - Neden?
  - Çünkü arabayla 2 gün sürer ve benim o kadar vaktim yok?
  - Neden?

13.05.2012

İtliğin, Hergeleliğin Şehri Frankfurt

Rezidansta kaldık

 Bi' insan neden Frankfurt'a gider? Ya Afyon Emirdağ'dan gurbetçi akrabası yaşıyordur, ya da çalıştığı dandik firmanın tek işe yarayan aktivetisi olan fuar falan vardır, ona gitmiştir. Benim gidişim dostum Andy'nin daveti üzerine oldu. 'Roma'ya gitmişken buraya da uğra, hoşlanacağın şeyler var' dedi.  Ama gidişimdeki en önemli faktör tabiki Roma'dan Frankfurt'a olan 30 euroluk uçak biletiydi. Madem 'Schengen vizesini aldık anasını ağlatmamak olmaz' türünden Türk usulü bir biliçaltı vize ezikliği de başka faktör tabi. Biraz business  birazda futbol eksenli bi' ziyaret deyip kestireyim.

30 euroluk bilet ve Ryanair fenosuna değinmeden geçmeyeceğim tabiki. Ryanair bildiğin köy postası usulü çalışan İrlanda kökenli bir havayolu firması. Low cost airlines diye tabir edilen ucuz havayolu taşımacılığının ağababası. Ryanair ve iş modeli üzerine dolaşan tonla şehir efsanesi var. Ben Roma'dan Frankfurt'a 12 euro bilet parası 15 euro da bagaj parası ödedim.

İnternet sitesinden 30 euroluk bir bilet ve bagaj masrafıyla kurtulmak ayrı bir mucize tabi. Az biraz değil çok dikkatli olmazsanız site sonunda total cost olarak 30 euro olarak niyetlendiğiniz biletin 70-80 eurolara fırladığını görebiliyorsunuz. Oradan sigorta, buradan battaniye, oradan kayak takımı derken Yenibosna çocuğu misali 'ayık' dolaşman lazım siteyi. Site dedim ama mynet yanında tasarım harikası kalıyor. Comic sans font Geocities site tasarımı kombini bir site. Siteden almakla bitmiyor herşey. Mutlaka check in yapman lazım 15 gün öncesinden. Bi' de boarding pass denen bir zımbırtı var.  Onun a4 çıktısını alıp uçağa binmeden teslim etmezsen 30 euro ödediğin bilete artı 40 euro ekstra check inde bayılıyorsun, ve bu ortalam bir Türk'ün havaalanında katil olması için yeterli bi' neden.  Ryanair rulezzzz.
Ryair'de istediğin koltuğu parayla alıyorsun lakin parayla almadığın tüm koltuklar senin. Yani biletinde koltuk numarası yok. İçeri gir istediğin yere otur. Bana düşe düşe 2 İspayol liseli piçinin yanı düştü, pandejo. Uçağın içi, güzel semtimiz İçerenköy'ün salı pazarını aratmıyor. Yol boyunca hostesler bi'şey satma derdinler. Hostesler bitap düşünce araya anons giriyor. Hostesler desen zaten kazulet gibi maşallah.

Yinede  Roma - Frankfurt 30 euro kuzum, memnun kalmayayım da taş mı olayım?

1o kiloyu geçerse biletten fazla para ödeyebilirsin

Frankfurt'a gideceklere (niye gidecekseniz artık) en büyük tavsiyen ne olur derseniz, Hann havaalanına gitmeyin. Frankfurt main denen ana havaalanına bilet alın. Hann taa ebesinin nikahında bir havaalanı. Tam 1.5 saat yol sürüyor oradan Frankfurt'a. Shuttle 12 euro, fakat 1.5 saatte bir var. O 1.5 saatte yolda nasıl bir kafaya vardıysam artık shuttele da ayfon 4ümü unutmuşum. Frankfurt'a vardıktan 1 saat sonra falan farkettim. Ayfon 4 bu evlat acısı lan.
Neyseki firma yetkilileri kayıp eşya bürosunda tutuyorlarmış. Alman katı formalitesini Türk uslubüyla kırıp ayfonu başka ellerden teslim aldık. "Şimdi abi haklısında bizde yabancıyız yani burada..."

Frankfurtta ne var diye sorarsanız pek bi' halt yok. Soğuk, ruhsuz bi' Avrupa kenti işte. AB merkez bankası falan burada. Şehir de nehir de varmış, ben sonra fotolarda falan gördüm. Bi' kaç kilise falan var. Roma'da kilise katedral dolaşa dolaşa dinden çıkıyorduk resmen.
Adamın hammaddesi Goethe de Frankfurtlu. Evini müzeye çevirmişler. Arkadaşın evine çok yakındı, gittim. Orada da fotoğraf makinesini unuttum hehe.
Anlatmaya gerek yok sanırım. Frankfurtta her yer Türk kaynıyor. Bi' gün tek başına takıldım, gün boyu tüm işimi Türkçe hallettim. Arap nüfusu da fazla, grekler ve sırplarda varmış epey. Anlayacağınız multikültürel bir şehir. Ama bunu yadırgamayıp benimsemişler aksine. Zaten açık konuşayım göçmenler falan olmasa Almanya ruhsuz, cansız kasvet yuvası İzlanda kasabalarına dönermiş.  Coen biraderler Fargo'yu burada çekermiş kesinlikle.
Goethe'nin risale sohbetlerini kaçırmadığı odası

Roma'da rönesans çocuğu edasıyla dolaşırken Frankfurt'ta underground takıldık. İtliğin hergeleliğin şehri derken bol keseden sallamıyoruz. Almanya'nın en büyük havaalanından birisi Frankfurtta olduğu için uyuşturucu trafiği de yoğun şehirde.  Zaten Frankfurt gencoları 'ottur günahı yoktur' lafını yaşam felsefesi olarak benimsemişler. İçmeyeni görmedim. Yasalar da 'fazla içme kulağını çekerim yoksa' sertliğinde olduğu için rahatlar.

Arkadaşlarla bi' akşam hapishaneden dönme bir işgal evine gittik. Maşallah her türlü itlik, hergelelik serbest içerde. Bina hapishane vasfını yitirip boşaltılınca işgalciler hemen kapmışlar binayı. Devlet çıkın buradan deyince de 'kalkanın yeri verenin avradı' demişler, çıkmamışlar. Devlette ısrarcı olmamış pek. Bizde olsa polis ateşe verirdi evi. Gerçi bizde işgal evi olayı yalan biraz. Daha ilk aydan doğalgaz faturası yüzünden tüm bina birbirine girerdi. Biz gittiğimizde günlük harcırah için bağış topluyorlardı. Bi' de rap konseri vardı. Almanca rap çekilecek çile değil.

AB merkez bankası Frankfurtta olduğu için occupycılar bankanın önüne çadır kurmuş, garip aktiviteler düzenliyorlardı. Çadırlar dumanaltı tabi, itoğlu itler öyle içmişlerki çadırların arasında geçilmiyor bile, geçtim içeri girip kapitalizm tırıvırı konuşmayı. Bu occupy olayının Türkiye'deki karşılığı 'evladım sizin anneniz babanız yok mu' olur heralde. Allahtan biz de böyle bi' olaya kalkışmıyorlar. Yoksa emekli amcalar, teyzeler adamlarda misyon, ülkü ne varsa kuruturdu.

Gastronimi olayı Almanya'da çiğköftecide son bulur. Ha bi' de şehrin merkezinde bi' İspanyol balıkçısına gittim, aperatif olarak zeytin falan vardı. Ben öyle bi' zeytin yemedim ki tam bi' Akdeniz yemekleri gurmesiyimdir. Anam Giritli, naçar babam da Kos adasındandır. Erzurum'un dağ köyüne ne amaçla yerleşmişler onu bilmiyorum gerçi.

Bi' de Amsterdam çakması Red Light District var şehirde.

Türk'ün uçaktaki duty free içkisi görgüsüzlüğü kimse de yok, nokta

İşgal evinden manzara. Fotodaki gibi sap bi' ortam yok aslında
Tıksırıncaya kadar içiyorlar işgal evlerinde


Urban Outfitters mağazasından
Frankfurt'un altın makas berberi. Gurbetçi traşı bu ellerden çıkıyor işte. 

6.05.2012

Kötü Tohum


Güzellik rekabetle gelmedi. Rekabet etmeden de güzel şeyler kazanabilirsin.

Nick Cave neden Mtv en iyi şarkıcı adaylığını reddettiğini anlatıyor.

" Sevgili MTV Ekibi,


Öncelikle sizlere teşekkür etmekle başlamalıyım. Yıllardır bana verdiğiniz desteğe minnettarım ve en iyi erkek sanatçı dalında aday olmayı da bir iltifat olarak görüyorum. Kylie Minogue ve P.J. Harvey ile son albümümüzde yer alan parçaları canlı çalmamız için bize ayırdığınız zamanı da gözden kaçırmadığımı, çok mutlu olduğumu belirtmek isterim. Bu yüzden tekrar en samimi duygularımla sizlere minnettar olduğumu hatırlatmama izin verin.


Bu mektubu en iyi erkek sanatçı için adaylığımın geri çekilmesini istemek için yazıyorum. Bunu istemenin benim için gerekli olduğunu hissediyor, bu ve bunun gibi ödül törenlerinin rekabetçi doğası içinde bugünde ileride de yer almak istemediğimi dile getirmem gerektiğini düşünüyorum. Bu adaylığı daha rahat düşünen biri almalı. Her zaman müziğimin eşsiz ve ender olduğunu düşündüm. Ben kimseyle rekabet etmem.


Benim ilham perimle olan harika ilişkim çok narin. Ben, onun kırılgan doğasını rahatsız edebilecek, onu incitebileceğini düşündüğüm bu tip etkilerden korumakla görevli olduğuma inanıyorum.
Bana ödül olarak şarkılarla gelen ilham perime karşı tüm sorumluluklarımı saygı ile yerine getiriyorum. Bu durumda onu rekabete sürüklemek oldukça kırıcı olacaktır. Benim ilham perim bir at değil, bende at yarışçısı değilim. Dolayısıyla bu kesik kafalarla dolu salonda, ışıltılı ödüller için onu koşturmayacağım. İlham perim yok olabilir,  beni tamamen terkedebilir!


Dolayısıyla sevgili MTV insanları, son albümümün arkasında durduğunuz, şevk ve enerjimi paylaştığınız için sizlere teşekkürederim. Çok teşekkür ederim ama hayır,  bunu yapamayacağım.
Saygılarımla,"
Nick Cave

Kaynak: Radyo Eksen

28.04.2012

Perry Boys

Tenis giyim markasından bugünlerin en iyi casual markalarından biri  haline gelmiş Fred Perry. Türkiye'deki bilinirliğiyle 'Behlül'ün giydiği tişört.





15.04.2012

20th Anniversary of The Same Style



C.P Company Goggle Jacket

The C.P. Company Goggle Jacket was originally designed by Massimo Osti as a gift, as part of C.P. Company's sponsorship involvement in the 1988 edition of the iconic Mille Miglia (Thousand Miles) Italian open road endurance race. Its design features embody the cautious study of all functionality and innovation details derived from car racing. Its most original design features were the hinging goggles built into the hood and the window on the left sleeve through which a driver could check his watch whist driving.

11.04.2012

Dolce Vita

Colloseo'da Ay

Roma'ya gittik geldik, UP blog için yazdığım için buraya yazmaya mecalim kalmadı. Roma'ya gitmeden önce hiç bi' tatil kitabını okumadan, direkt bloglardan bilgi aldığım- grazie Kerimcan- için bi' nevi sosyal sorumluluk vazifesi edindim kendime geziyi yazmayı.

Öncelikle Romalı adamı İstanbul'a getirip 'işte burası da tarihi bi' kent' deyip güldürmeyin kendinizi, turizm gösteriniz rakı-şiş kebap-boğaz üçlemesiyle sınırlı kalsın. Roma da nerdeyse 2000 yıl önce ne yapıldıysa aynısını muhafaza edip günümüze saklamışlar.Hepsi cillop gibi korunmuş. Sen İstanbul'u almışsın ağzına sıçmışsın resmen. Lümpen duyguların tatmin olsun diye gittiğin o dandik filmi izlemekle iş bitmiyor. Roma'yı görünce İstanbul'u almakla bitmediğini anlıyorsun işin, ona Roma gibi de göz kulak olacaksın ki manası olsun. Adam geldi İstanbul'un en önemli caddesine avm dikti, Roma'da yiyorsa yap.

Roma'da Fuicimino havaalanına inerseniz benim gibi kamillik yapıp 30 euroluk shuttlelara binmeyin. En fazla 2 vesaitle şehir merkezine varabilirsiniz, o da totalde 6 euro falan eder. Otelinizi de tarihi tursitik yerlerine yakın olan yerlere almanızda haliyle fayda var. Roma'nın Sultanhamet civarı Piazza Navonna kısmı mesela.
Aşk Çeşmesi. İtalyancası daha melodik;Fontana di Trevi

O müzeye gidin bu caddede dolaşın demeyecem. Üç tane İtalyanca mekan yazınca zaten unutacaksınız 2 satır sonra isimlerini, hemde kafanız karışacak.
Roma'ya iner inmez bi' harita edinin. Hiç diagonel Türk mantığıyla, 'sora sora Bağdat bulunur' heveslerine kapılmayın. Zira Roma'da kimse doğru düzgün İngilizce bilmiyor, öyle turist canlısı da hiç değiller zaten. Bi' Laleli esnafını çok ararsın orada. Zaten haritayla altını üstünü çok rahat getirebiliceğin bi' şehir Roma, ben yaptım, büyük düşünmene gerek yok sende çok rahat yaparsın.

Roma, 1 euroyu 2.5 tl ile çarpan bizler için biraz pahalı gibi gelebilir ama euro üzerinden hayatlarını idame ettirenler için çokta pahalı değil. Turist kenti olmasına rağmen hemde. Turist demişken şehir resmen turist kusuyor. İtalyanlar da bıkmışlar zaten bu durumdan, kimsenin turistleri iplediği yok.

Gastronimiye gelelim. Bi' İstanbul değil. Tamam  patatesten başka bi'şey yememiş Alman için farklı lezzetler var ama bizle kıyaslanamayacağını için fazla yazıp çizmeyeceğim. Panini denen ayak üstü tıkınma aksiyonları var. Bizim Şöhretler gibi düşününün. Ekmek üzeri erittikleri peynirleri var, güzel. İtalya'da pizzanın hası Napolideymiş . Bu arada 'Annem 1 tabak makarnaya 11 euro verdiğimi duyarsa öldürür beni '

Roma'da Starbucks yok, gidip check in yapamaz, bardağı instagralamayazsanız ağlamayın diye yazıyorum şimdiden.Zaten instagram, androidli köylülerin oyuncağı haline geldiğinde beri bozuğum, bi' o kadar da jakoben. Starbucks yok ama dünyanın lezzetli kahveleri bu şehirde yapılıyor olabilir. Yozgatta da içtim kahve mukayese edebiliyorum o yüzden. Bi' kafeye gidip espresso siparişi verin, espressonun hazırlanış ritmine biteceksiniz. Bitmezseniz espressonuz benden. Ne de olsa en fazla 1.5 euro

Neyse, Roma'ya gidince Kolezyuma, Phanteon'a, Vatikan'a, Aşk Çeşmesine falan mutlaka gidin. Zaten gidecekseniz. Ben Aşk Çeşmesine bayıldım, hele gitttiğimiz ilk günün akşamında ara sokaklarda dolaşırken bi' anda karşımıza çıkan Phanteon'u görünce şok olmuştuk, öyle muazzam bi' yapı, vaffanculo!
 Aşk Çeşmesinde takılırken hava da güzeldi, turistiz ya Roma bizim, bize her yol mübah diyerek yayıldık biraz, anında polisler düdük öttürdü, kalkın diye. Bu arada Aşk Çeşmesine dilek tutup bozuk para atmak gibi turist zımbırtıları yapmadık elbette; ama Roma belediyesinin o çeşmeden günlük hasılatı 3000 euro falanmış. İstanbul belediyesi yapsa hemen auuuvvvv...

İspanyol merdivenine gidince, merdivenlerin tam altında Babingtons Tea diye bi' mekan var. Allah'ını seven anneme bi' demlik çaya ve 3-5 kurabiyeye 15 euro verdiğimi söylemesin. Evde ne kadar çaydanalık varsa kafamda parçalar. Ama mekan 10 numara, instagrama deli malzeme çıkar. Tumblr kızları bayılacaksınız.

Vatikan'a gidip ruhani hava bulalım dedik, Vatikan'ın etrafı Kadıköy salı pazarı olmuş. Ayini bile parayla yapacaklar nerdeyse. Şansımıza Papa'nın sohbeti vardı  pazar sabahında. Papa 'oo Amerikalılar da gelmiş diyor', Amerikalılar auuvv diye alkışlıyor. Papa, 'vay İspanyolları mı görüyorum orada' diyor İspanyollar alkışlıyor. Liseli bi' ortamla kaşılaştık Vatikan ayininde anlayacağınız mübarekler. Ayrıca Vatikan müzesine mutlaka gidin, 15 euro verdik girişte. 3 saat falan kaldık içerde. Fifty centini bile heba etmedik 15 euronun yooo.
Arte5 Roma'nın pop art cenneti , gidilesi mekan

Deli gibi scooter ve Vespa kaynıyor ortalık. Döpiyesli, topuklu, minili hatunlar, ciks İtalyan erkekleri hep motorizeler. Bi' an için takım elbiseleriyle babamı işe giderken düşündüm o Vespalar üzerinde, yok olmuyor.

Baffetto diye bi' pizzacı var Roma merkezde, oraya gitmeyin. En az yarım saat sıra beklersin kapı önünde. Çalışanlar Gazi Osmanpaşa Şanzelize kafenin sahipleri gibi elitler, öyle  havalı davranıyorlar müşterilerine yani. Mevzu çıkmasına ramak kalmıştı ama malum bi' Schengen vizesi öyle kolay alınmıyor.

Turistler çok yüz vermiyor ama nehrin öbür yakasında kalan Trastevere diye bi' bölge var. Ben bayıldım, sessiz sakin, 10 numero mekanlar ve sokaklar var. Yolunuzu düşürün mutlaka gidin.

Bu arada gidenlere bilgilendirme olsun. Nedenini anlamadık ama Roma'da şehir içi otobüsler beleş :)

Hayat Romalılar'a güzel. kaymak gibi şehir, ne trafik stresi var ne bi'şey. Çeşme suyu bile içilebilir. İstanbul'da aklına gelen tahammül edilemez ne varsa Roma'da onlar yok. En fazla hayırla yadetmediğim çekik gözlüler var, onlar da heryerde oldukları için en fazla görüntü kirliliği.
Tatlı hayat Romalı'nın kaderine işlenmiş.

Cennetin prototipini Roma'ya yapmışlar.

Çamlıca tepesinden Roma manzarası
Trastevere'de unlu mamüller
Espresso ve ekose kumaş
Önünde damacana kuyruğu olmayan çeşmeye çeşme diyor muyuz?

Trastevere'ye uğrarsanız mutlaka gidin
Roma sokaklarında bi' tanıdığa rastlamak
Vatikan müzesi tavanı, bizimkiler yavan kalıyor resmen
Tough guys never ride pink!
Sessiz ve kederli Trastevere geceleri
Roma Şöhretler
İspanyol merdivenlerini inerken sağda; Babingtons Tea
Fendi
Stone Island




24.03.2012

Streetwear Store

'Bloggerlık' sağlam kapıymış. Blogger titriyle içeri girince dükkanın muhasebe defterini inceleyebilecek havada oluyorsun.