13.05.2012

İtliğin, Hergeleliğin Şehri Frankfurt

Rezidansta kaldık

 Bi' insan neden Frankfurt'a gider? Ya Afyon Emirdağ'dan gurbetçi akrabası yaşıyordur, ya da çalıştığı dandik firmanın tek işe yarayan aktivetisi olan fuar falan vardır, ona gitmiştir. Benim gidişim dostum Andy'nin daveti üzerine oldu. 'Roma'ya gitmişken buraya da uğra, hoşlanacağın şeyler var' dedi.  Ama gidişimdeki en önemli faktör tabiki Roma'dan Frankfurt'a olan 30 euroluk uçak biletiydi. Madem 'Schengen vizesini aldık anasını ağlatmamak olmaz' türünden Türk usulü bir biliçaltı vize ezikliği de başka faktör tabi. Biraz business  birazda futbol eksenli bi' ziyaret deyip kestireyim.

30 euroluk bilet ve Ryanair fenosuna değinmeden geçmeyeceğim tabiki. Ryanair bildiğin köy postası usulü çalışan İrlanda kökenli bir havayolu firması. Low cost airlines diye tabir edilen ucuz havayolu taşımacılığının ağababası. Ryanair ve iş modeli üzerine dolaşan tonla şehir efsanesi var. Ben Roma'dan Frankfurt'a 12 euro bilet parası 15 euro da bagaj parası ödedim.

İnternet sitesinden 30 euroluk bir bilet ve bagaj masrafıyla kurtulmak ayrı bir mucize tabi. Az biraz değil çok dikkatli olmazsanız site sonunda total cost olarak 30 euro olarak niyetlendiğiniz biletin 70-80 eurolara fırladığını görebiliyorsunuz. Oradan sigorta, buradan battaniye, oradan kayak takımı derken Yenibosna çocuğu misali 'ayık' dolaşman lazım siteyi. Site dedim ama mynet yanında tasarım harikası kalıyor. Comic sans font Geocities site tasarımı kombini bir site. Siteden almakla bitmiyor herşey. Mutlaka check in yapman lazım 15 gün öncesinden. Bi' de boarding pass denen bir zımbırtı var.  Onun a4 çıktısını alıp uçağa binmeden teslim etmezsen 30 euro ödediğin bilete artı 40 euro ekstra check inde bayılıyorsun, ve bu ortalam bir Türk'ün havaalanında katil olması için yeterli bi' neden.  Ryanair rulezzzz.
Ryair'de istediğin koltuğu parayla alıyorsun lakin parayla almadığın tüm koltuklar senin. Yani biletinde koltuk numarası yok. İçeri gir istediğin yere otur. Bana düşe düşe 2 İspayol liseli piçinin yanı düştü, pandejo. Uçağın içi, güzel semtimiz İçerenköy'ün salı pazarını aratmıyor. Yol boyunca hostesler bi'şey satma derdinler. Hostesler bitap düşünce araya anons giriyor. Hostesler desen zaten kazulet gibi maşallah.

Yinede  Roma - Frankfurt 30 euro kuzum, memnun kalmayayım da taş mı olayım?

1o kiloyu geçerse biletten fazla para ödeyebilirsin

Frankfurt'a gideceklere (niye gidecekseniz artık) en büyük tavsiyen ne olur derseniz, Hann havaalanına gitmeyin. Frankfurt main denen ana havaalanına bilet alın. Hann taa ebesinin nikahında bir havaalanı. Tam 1.5 saat yol sürüyor oradan Frankfurt'a. Shuttle 12 euro, fakat 1.5 saatte bir var. O 1.5 saatte yolda nasıl bir kafaya vardıysam artık shuttele da ayfon 4ümü unutmuşum. Frankfurt'a vardıktan 1 saat sonra falan farkettim. Ayfon 4 bu evlat acısı lan.
Neyseki firma yetkilileri kayıp eşya bürosunda tutuyorlarmış. Alman katı formalitesini Türk uslubüyla kırıp ayfonu başka ellerden teslim aldık. "Şimdi abi haklısında bizde yabancıyız yani burada..."

Frankfurtta ne var diye sorarsanız pek bi' halt yok. Soğuk, ruhsuz bi' Avrupa kenti işte. AB merkez bankası falan burada. Şehir de nehir de varmış, ben sonra fotolarda falan gördüm. Bi' kaç kilise falan var. Roma'da kilise katedral dolaşa dolaşa dinden çıkıyorduk resmen.
Adamın hammaddesi Goethe de Frankfurtlu. Evini müzeye çevirmişler. Arkadaşın evine çok yakındı, gittim. Orada da fotoğraf makinesini unuttum hehe.
Anlatmaya gerek yok sanırım. Frankfurtta her yer Türk kaynıyor. Bi' gün tek başına takıldım, gün boyu tüm işimi Türkçe hallettim. Arap nüfusu da fazla, grekler ve sırplarda varmış epey. Anlayacağınız multikültürel bir şehir. Ama bunu yadırgamayıp benimsemişler aksine. Zaten açık konuşayım göçmenler falan olmasa Almanya ruhsuz, cansız kasvet yuvası İzlanda kasabalarına dönermiş.  Coen biraderler Fargo'yu burada çekermiş kesinlikle.
Goethe'nin risale sohbetlerini kaçırmadığı odası

Roma'da rönesans çocuğu edasıyla dolaşırken Frankfurt'ta underground takıldık. İtliğin hergeleliğin şehri derken bol keseden sallamıyoruz. Almanya'nın en büyük havaalanından birisi Frankfurtta olduğu için uyuşturucu trafiği de yoğun şehirde.  Zaten Frankfurt gencoları 'ottur günahı yoktur' lafını yaşam felsefesi olarak benimsemişler. İçmeyeni görmedim. Yasalar da 'fazla içme kulağını çekerim yoksa' sertliğinde olduğu için rahatlar.

Arkadaşlarla bi' akşam hapishaneden dönme bir işgal evine gittik. Maşallah her türlü itlik, hergelelik serbest içerde. Bina hapishane vasfını yitirip boşaltılınca işgalciler hemen kapmışlar binayı. Devlet çıkın buradan deyince de 'kalkanın yeri verenin avradı' demişler, çıkmamışlar. Devlette ısrarcı olmamış pek. Bizde olsa polis ateşe verirdi evi. Gerçi bizde işgal evi olayı yalan biraz. Daha ilk aydan doğalgaz faturası yüzünden tüm bina birbirine girerdi. Biz gittiğimizde günlük harcırah için bağış topluyorlardı. Bi' de rap konseri vardı. Almanca rap çekilecek çile değil.

AB merkez bankası Frankfurtta olduğu için occupycılar bankanın önüne çadır kurmuş, garip aktiviteler düzenliyorlardı. Çadırlar dumanaltı tabi, itoğlu itler öyle içmişlerki çadırların arasında geçilmiyor bile, geçtim içeri girip kapitalizm tırıvırı konuşmayı. Bu occupy olayının Türkiye'deki karşılığı 'evladım sizin anneniz babanız yok mu' olur heralde. Allahtan biz de böyle bi' olaya kalkışmıyorlar. Yoksa emekli amcalar, teyzeler adamlarda misyon, ülkü ne varsa kuruturdu.

Gastronimi olayı Almanya'da çiğköftecide son bulur. Ha bi' de şehrin merkezinde bi' İspanyol balıkçısına gittim, aperatif olarak zeytin falan vardı. Ben öyle bi' zeytin yemedim ki tam bi' Akdeniz yemekleri gurmesiyimdir. Anam Giritli, naçar babam da Kos adasındandır. Erzurum'un dağ köyüne ne amaçla yerleşmişler onu bilmiyorum gerçi.

Bi' de Amsterdam çakması Red Light District var şehirde.

Türk'ün uçaktaki duty free içkisi görgüsüzlüğü kimse de yok, nokta

İşgal evinden manzara. Fotodaki gibi sap bi' ortam yok aslında
Tıksırıncaya kadar içiyorlar işgal evlerinde


Urban Outfitters mağazasından
Frankfurt'un altın makas berberi. Gurbetçi traşı bu ellerden çıkıyor işte. 

6.05.2012

Kötü Tohum


Güzellik rekabetle gelmedi. Rekabet etmeden de güzel şeyler kazanabilirsin.

Nick Cave neden Mtv en iyi şarkıcı adaylığını reddettiğini anlatıyor.

" Sevgili MTV Ekibi,


Öncelikle sizlere teşekkür etmekle başlamalıyım. Yıllardır bana verdiğiniz desteğe minnettarım ve en iyi erkek sanatçı dalında aday olmayı da bir iltifat olarak görüyorum. Kylie Minogue ve P.J. Harvey ile son albümümüzde yer alan parçaları canlı çalmamız için bize ayırdığınız zamanı da gözden kaçırmadığımı, çok mutlu olduğumu belirtmek isterim. Bu yüzden tekrar en samimi duygularımla sizlere minnettar olduğumu hatırlatmama izin verin.


Bu mektubu en iyi erkek sanatçı için adaylığımın geri çekilmesini istemek için yazıyorum. Bunu istemenin benim için gerekli olduğunu hissediyor, bu ve bunun gibi ödül törenlerinin rekabetçi doğası içinde bugünde ileride de yer almak istemediğimi dile getirmem gerektiğini düşünüyorum. Bu adaylığı daha rahat düşünen biri almalı. Her zaman müziğimin eşsiz ve ender olduğunu düşündüm. Ben kimseyle rekabet etmem.


Benim ilham perimle olan harika ilişkim çok narin. Ben, onun kırılgan doğasını rahatsız edebilecek, onu incitebileceğini düşündüğüm bu tip etkilerden korumakla görevli olduğuma inanıyorum.
Bana ödül olarak şarkılarla gelen ilham perime karşı tüm sorumluluklarımı saygı ile yerine getiriyorum. Bu durumda onu rekabete sürüklemek oldukça kırıcı olacaktır. Benim ilham perim bir at değil, bende at yarışçısı değilim. Dolayısıyla bu kesik kafalarla dolu salonda, ışıltılı ödüller için onu koşturmayacağım. İlham perim yok olabilir,  beni tamamen terkedebilir!


Dolayısıyla sevgili MTV insanları, son albümümün arkasında durduğunuz, şevk ve enerjimi paylaştığınız için sizlere teşekkürederim. Çok teşekkür ederim ama hayır,  bunu yapamayacağım.
Saygılarımla,"
Nick Cave

Kaynak: Radyo Eksen

28.04.2012

Perry Boys

Tenis giyim markasından bugünlerin en iyi casual markalarından biri  haline gelmiş Fred Perry. Türkiye'deki bilinirliğiyle 'Behlül'ün giydiği tişört.





15.04.2012

20th Anniversary of The Same Style



C.P Company Goggle Jacket

The C.P. Company Goggle Jacket was originally designed by Massimo Osti as a gift, as part of C.P. Company's sponsorship involvement in the 1988 edition of the iconic Mille Miglia (Thousand Miles) Italian open road endurance race. Its design features embody the cautious study of all functionality and innovation details derived from car racing. Its most original design features were the hinging goggles built into the hood and the window on the left sleeve through which a driver could check his watch whist driving.

11.04.2012

Dolce Vita

Colloseo'da Ay

Roma'ya gittik geldik, UP blog için yazdığım için buraya yazmaya mecalim kalmadı. Roma'ya gitmeden önce hiç bi' tatil kitabını okumadan, direkt bloglardan bilgi aldığım- grazie Kerimcan- için bi' nevi sosyal sorumluluk vazifesi edindim kendime geziyi yazmayı.

Öncelikle Romalı adamı İstanbul'a getirip 'işte burası da tarihi bi' kent' deyip güldürmeyin kendinizi, turizm gösteriniz rakı-şiş kebap-boğaz üçlemesiyle sınırlı kalsın. Roma da nerdeyse 2000 yıl önce ne yapıldıysa aynısını muhafaza edip günümüze saklamışlar.Hepsi cillop gibi korunmuş. Sen İstanbul'u almışsın ağzına sıçmışsın resmen. Lümpen duyguların tatmin olsun diye gittiğin o dandik filmi izlemekle iş bitmiyor. Roma'yı görünce İstanbul'u almakla bitmediğini anlıyorsun işin, ona Roma gibi de göz kulak olacaksın ki manası olsun. Adam geldi İstanbul'un en önemli caddesine avm dikti, Roma'da yiyorsa yap.

Roma'da Fuicimino havaalanına inerseniz benim gibi kamillik yapıp 30 euroluk shuttlelara binmeyin. En fazla 2 vesaitle şehir merkezine varabilirsiniz, o da totalde 6 euro falan eder. Otelinizi de tarihi tursitik yerlerine yakın olan yerlere almanızda haliyle fayda var. Roma'nın Sultanhamet civarı Piazza Navonna kısmı mesela.
Aşk Çeşmesi. İtalyancası daha melodik;Fontana di Trevi

O müzeye gidin bu caddede dolaşın demeyecem. Üç tane İtalyanca mekan yazınca zaten unutacaksınız 2 satır sonra isimlerini, hemde kafanız karışacak.
Roma'ya iner inmez bi' harita edinin. Hiç diagonel Türk mantığıyla, 'sora sora Bağdat bulunur' heveslerine kapılmayın. Zira Roma'da kimse doğru düzgün İngilizce bilmiyor, öyle turist canlısı da hiç değiller zaten. Bi' Laleli esnafını çok ararsın orada. Zaten haritayla altını üstünü çok rahat getirebiliceğin bi' şehir Roma, ben yaptım, büyük düşünmene gerek yok sende çok rahat yaparsın.

Roma, 1 euroyu 2.5 tl ile çarpan bizler için biraz pahalı gibi gelebilir ama euro üzerinden hayatlarını idame ettirenler için çokta pahalı değil. Turist kenti olmasına rağmen hemde. Turist demişken şehir resmen turist kusuyor. İtalyanlar da bıkmışlar zaten bu durumdan, kimsenin turistleri iplediği yok.

Gastronimiye gelelim. Bi' İstanbul değil. Tamam  patatesten başka bi'şey yememiş Alman için farklı lezzetler var ama bizle kıyaslanamayacağını için fazla yazıp çizmeyeceğim. Panini denen ayak üstü tıkınma aksiyonları var. Bizim Şöhretler gibi düşününün. Ekmek üzeri erittikleri peynirleri var, güzel. İtalya'da pizzanın hası Napolideymiş . Bu arada 'Annem 1 tabak makarnaya 11 euro verdiğimi duyarsa öldürür beni '

Roma'da Starbucks yok, gidip check in yapamaz, bardağı instagralamayazsanız ağlamayın diye yazıyorum şimdiden.Zaten instagram, androidli köylülerin oyuncağı haline geldiğinde beri bozuğum, bi' o kadar da jakoben. Starbucks yok ama dünyanın lezzetli kahveleri bu şehirde yapılıyor olabilir. Yozgatta da içtim kahve mukayese edebiliyorum o yüzden. Bi' kafeye gidip espresso siparişi verin, espressonun hazırlanış ritmine biteceksiniz. Bitmezseniz espressonuz benden. Ne de olsa en fazla 1.5 euro

Neyse, Roma'ya gidince Kolezyuma, Phanteon'a, Vatikan'a, Aşk Çeşmesine falan mutlaka gidin. Zaten gidecekseniz. Ben Aşk Çeşmesine bayıldım, hele gitttiğimiz ilk günün akşamında ara sokaklarda dolaşırken bi' anda karşımıza çıkan Phanteon'u görünce şok olmuştuk, öyle muazzam bi' yapı, vaffanculo!
 Aşk Çeşmesinde takılırken hava da güzeldi, turistiz ya Roma bizim, bize her yol mübah diyerek yayıldık biraz, anında polisler düdük öttürdü, kalkın diye. Bu arada Aşk Çeşmesine dilek tutup bozuk para atmak gibi turist zımbırtıları yapmadık elbette; ama Roma belediyesinin o çeşmeden günlük hasılatı 3000 euro falanmış. İstanbul belediyesi yapsa hemen auuuvvvv...

İspanyol merdivenine gidince, merdivenlerin tam altında Babingtons Tea diye bi' mekan var. Allah'ını seven anneme bi' demlik çaya ve 3-5 kurabiyeye 15 euro verdiğimi söylemesin. Evde ne kadar çaydanalık varsa kafamda parçalar. Ama mekan 10 numara, instagrama deli malzeme çıkar. Tumblr kızları bayılacaksınız.

Vatikan'a gidip ruhani hava bulalım dedik, Vatikan'ın etrafı Kadıköy salı pazarı olmuş. Ayini bile parayla yapacaklar nerdeyse. Şansımıza Papa'nın sohbeti vardı  pazar sabahında. Papa 'oo Amerikalılar da gelmiş diyor', Amerikalılar auuvv diye alkışlıyor. Papa, 'vay İspanyolları mı görüyorum orada' diyor İspanyollar alkışlıyor. Liseli bi' ortamla kaşılaştık Vatikan ayininde anlayacağınız mübarekler. Ayrıca Vatikan müzesine mutlaka gidin, 15 euro verdik girişte. 3 saat falan kaldık içerde. Fifty centini bile heba etmedik 15 euronun yooo.
Arte5 Roma'nın pop art cenneti , gidilesi mekan

Deli gibi scooter ve Vespa kaynıyor ortalık. Döpiyesli, topuklu, minili hatunlar, ciks İtalyan erkekleri hep motorizeler. Bi' an için takım elbiseleriyle babamı işe giderken düşündüm o Vespalar üzerinde, yok olmuyor.

Baffetto diye bi' pizzacı var Roma merkezde, oraya gitmeyin. En az yarım saat sıra beklersin kapı önünde. Çalışanlar Gazi Osmanpaşa Şanzelize kafenin sahipleri gibi elitler, öyle  havalı davranıyorlar müşterilerine yani. Mevzu çıkmasına ramak kalmıştı ama malum bi' Schengen vizesi öyle kolay alınmıyor.

Turistler çok yüz vermiyor ama nehrin öbür yakasında kalan Trastevere diye bi' bölge var. Ben bayıldım, sessiz sakin, 10 numero mekanlar ve sokaklar var. Yolunuzu düşürün mutlaka gidin.

Bu arada gidenlere bilgilendirme olsun. Nedenini anlamadık ama Roma'da şehir içi otobüsler beleş :)

Hayat Romalılar'a güzel. kaymak gibi şehir, ne trafik stresi var ne bi'şey. Çeşme suyu bile içilebilir. İstanbul'da aklına gelen tahammül edilemez ne varsa Roma'da onlar yok. En fazla hayırla yadetmediğim çekik gözlüler var, onlar da heryerde oldukları için en fazla görüntü kirliliği.
Tatlı hayat Romalı'nın kaderine işlenmiş.

Cennetin prototipini Roma'ya yapmışlar.

Çamlıca tepesinden Roma manzarası
Trastevere'de unlu mamüller
Espresso ve ekose kumaş
Önünde damacana kuyruğu olmayan çeşmeye çeşme diyor muyuz?

Trastevere'ye uğrarsanız mutlaka gidin
Roma sokaklarında bi' tanıdığa rastlamak
Vatikan müzesi tavanı, bizimkiler yavan kalıyor resmen
Tough guys never ride pink!
Sessiz ve kederli Trastevere geceleri
Roma Şöhretler
İspanyol merdivenlerini inerken sağda; Babingtons Tea
Fendi
Stone Island




24.03.2012

Streetwear Store

'Bloggerlık' sağlam kapıymış. Blogger titriyle içeri girince dükkanın muhasebe defterini inceleyebilecek havada oluyorsun. 








17.03.2012

Lovemark: Stone Island




Stone Island Roma

80's Casuals döneminin belki en kült markası. Özellikle dönemin İngiliz taraftarları arasında çok tercih edilen bir marka olması Stone Island'ı zamanla kült mertebesine eriştirmiş, bu da ilk olarak fiyatlara vurmuş. Bugün Avrupa tribünlerinde en çok tercih edilen şapka Stone Island şapkaları. Mont demiyorum çünkü en ucuzu nerdeyse 300 euro olan montolar haliyle çok ilgi görmüyor. Onun yerine The North Face Avrupa sokaklarını esir almış. Meraklasına İstinye Park Beymen Blender'da Stone Island ürünleri satılıyor.

5.03.2012

Positioning in Trastevere



Trastevere'de ıslak bir gece. Kulağımda A Single Man'in soundtrack albümünden Blue Moon, dolanıyorum. Trastevere'de zaten pek turist yok. Yağan hafif yağmur da varolanı otellerine kaçırmış. O saatte nerden aklıma geldi bilmiyorum ama tam konumlandırma üzerine düşünürken sokak arasında o güzel lokantanın tabelasını gördüm, çok düşünme payı bırakmadan içeri girdim. Niyetim pizzacı bulmaktı ama spagettide bu tabela için tercih edilebilir neden oldu.
İlk olarak çalışanların üzerine giydikleri tişört hoşuma dikkatimi. Bir lokanta için yapılabilecek en iyi tişörtü yapmışlar, logosu, arması rengi enfes. Duvarda asılı olduğunu da görünce satılık olduğunu düşündüm, doğru satılıkmış ama tükenmiş. Roma'ya benden önce ilk yolu düşene getirtmek üzere, ıslak Trastevere gecesine devam ettim.




Blue Moon | A Single Man Soundtrack

13.01.2012

Ne Yaparsan Yap Bir Hikayesi Olsun

Hangi gazeteyle söyleşi yapmak istersin diye sorsalar aklıma ilk gelen Radikal olurdu.

Farklı sektörlerde çalışan üç arkadaş Asım Duman, Koray Özdemir ve Bilal Arıcı sokak, futbol ve tribün kültüründen öykülerini tişörtlerle anlatıyor. Tişörte taşıdıkları isimler arasında Steve McQueen, Eric Cantona gibi idoller var. 'Sokak markası' diye tanımladıkları Ultras Project'in hikâyesini Asım Duman anlatıyor

Ultras project nedir?
Bağımsız bir sokak markasıyız. Ağırlıklı olarak futbol kültürü, tribün kültürü ve sokak kültüründen esinlendiğimiz ürünler üretiyoruz. İlk koleksiyonumuzu geçen yaz çıkardık. Bir kaç sene önce eBay’den futbol ve taraftarlık kültürüyle ilgili bir tişört sipariş etmiştik. Kalite olarak büyük hayal kırıklığı yaratmıştı. Bu da “Neden kendi istediğimiz ürünleri biz yapmayalım ki” fikrini doğurdu. Mottomuz “Şikâyet etme kendin yap.” Türkiye zaten tekstil cenneti. İki, üç tişört yaptık sonra kataloğumuzu genişlettik. Blog havasında bir internet sitesi yaptık. Ve sitemiz üzerinden çıkış yaptık. Az sayıda basılmış, özel ve herkes gibi giyinmek istemeyenlere hitap ettik. Aldığımız geri dönüşler de çok iyi oldu. İnsanlar bu tip ürünleri ya yurtdışından alıyordu ya da hiç alamıyordu. Tasarımını beğendiğimiz ürünlerin kalite bakımından vasat olması ortaya çıkış nedenlerimizden bir tanesi. Güçlü ve özgün tasarımın mutlaka kaliteli bir kumaş ve baskı türüyle desteklenmesi gerektiğine kanaat getirdik. Başkalarının yapmadığı da buydu aslında.

Röportajdan önce her ürünün bir hikâyesi olduğunu söylediniz...
Evet, biz her ne yaparsan yap bir hikâyesi olmalı diye düşünüyoruz. Her ürünün arka planında bir öykü var. Bu da ürüne değer katıyor. Derdimiz giydiğimiz şeylerin anlam taşıması, bizi anlatan bir şeyler ifade etmesi. Yoksa bir tişörtte anlamsız bir cümle yazdığında hoşumuza gitmiyordu. Biz ürünlerimizde hikâyeler üzerinden gittik.

Ürünleriniz sınırlı sayıda basılıyor değil mi?
100 adedi geçirmemeye çalışıyoruz. Sınırlı sayıda ürün üretmek önemli. Marka değerlerimizden birini de bu teşkil ediyor. Giyindiğimiz şeylerin az kişide olması o ürünü daha anlamlı kılıyor. Biten ürünler konusunda çok talep geliyor ama ikinci partiyi asla yapmıyoruz. Bu tavrın getireceği ticari dezavantajı ileride bol çeşitli koleksiyonlarla giderebileceğimizi düşünüyoruz.

Steve McQueen, Eric Cantona gibi isimlerin tişört ve sweatshirt’lerini yaptınız. Yerli isimler de olacak mı?
En sevdiklerimizden başlayalım dedik. Ben Steve McQueen’i çok severim. Ama Steve McQueen’le ilgili bir ürün bulamıyordum. Diğer markalar yeni yeni getirtiyor. Eric Cantona’yı yaptık. O başlı başına bir futbol kültürü objesi, onu es geçemezdik. Cantona bizim kitlemizin de seveceği bir isimdi. Cantona ürünü yapma fikri Ken Loach’ın ‘Looking For Eric’ filminden sonra aklımıza geldi. Güzel referans oldu bizim için. Türkiye’den isimler de yapılabilir ama biraz sıkıntılı bu işler Türkiye’de. Rıdvan Dilmen, Metin Oktay, Baba Hakkı gibi isimlerle ilgili çalışmalar yapmak isteriz. Futbol kültürü tarafından benimsenmiş isimler ya da alt kültüre ait isimler olabilir. Ama Türkiye’de tescil meseleleri de var. Bu konunun başımızı ağrıtmasını da istemeyiz. Rıdvan’ı yaptığımız zaman bir sıkıntı yaşayabiliriz mesela. Cantona en azından başımızı ağrıtmaz. (gülüyor)

Yeni ürünleri ne zaman gelecek?
Ultras Project bir arkadaşlık projesi şu noktada, hayatımızı idame ettirdiğimiz bir mecra değil. Ayrı işlerimiz var. Ultras Project tutkumuz. Bir arkadaşımız bankacı, biri iletişim sektöründe uzman yardımcısı. Mesaiden çıkıp baskıların başında duruyoruz, kumaş taşıyoruz, tatil günlerimizde sabahın köründe kalkıp tekstilcilere gidiyoruz. Tabii ki ticari bir iş, ürün satıp parasını alıyoruz. Geçen yaz koleksiyonunu ve kış koleksiyonunu biraz önce anlattığım şartlar nedeniyle biraz geç çıkardık. Yenileri bir kaç ay içinde hazır olacak.

Yeni ürünlerde kimler olacak?
Tasarım süreci spontan şekilde gelişiyor. Çok önceden tasarladığımız işler yok. Not defteri taşıyoruz devamlı. Anlık esinlenmelerden oluşuyor tasarımlar. Sonra tartışmasını yapıyoruz. Önümüzdeki sezon için yazar Jack Kerouac var mesela. Kerouac yol metaforu açısından değer verdiğimiz bir isim. Onunla ilgili Türkiye’de bir ürüne rastlamadım. Futbolla ilgili Roberto Baggio, yine Eric Cantona ve bir de geçtiğimiz günlerde yaşamını yitiren Socrates ile ilgili bir tişört yapacağız. Alt kültüre, sokak ve tribün kültürüne ait şeyler olacak.
(www.ultrasproject.com adresinde satılan tişörtler 20 ile 60 TL arasında)